dükkanın kapısına doğru ilerlerken gözüm kol saatime ilişmişti. 07:04. ilk defa staja geç kalmamış, aksine iki saat önceden gelmiştim. tüm gece kafamda dönen şeyler beni uyutmadığı gibi erkenden de buraya gelme isteği oluşturmuştu içimde. huzursuzdum. en kötüsü de bu huzursuzluktan uzaklaşmam gerekirken daha da çok içine çekilmek istiyor olmamdı.
dükkan kapısının kilidini açıp alarmı kapatırken çantamı umursamaz bir şekilde bir yere doğru fırlattım. içinde birkaç defter ve kalan ıvır zıvırlar harici hiçbir şey yoktu. herhangi bir yere savururken çekinmememin en büyük nedeni de buydu.
boş adımlarım çoktan kendi kendine senkronize olmuş bir şekilde ilerleyip camın önünde dururken bir müddet çevreye bakındım kafamı bir şekilde dağıtabilmek için. dükkanların kepenkleri yavaş yavaş kalkmaya başlıyordu. etraf ise henüz sakindi, müşteriye dair herhangi bir iz görünmüyordu. işlek bir caddenin bu kadar boş oluşu ilgimi çekmiş fakat kısa sürede bu ilgim saati hatırlamam ile birlikte kaybolmuştu. bu saatlerde buralara uğramadığım her şekilde belli oluyordu.
camın önünden çekilip dükkanın içinde herhangi bir amaç gütmeksizin dolaşırken çevreye bakındım. bunca süredir ilk defa bu denli inceleme fırsatı yakalamıştım burayı. hoş, bunca süredir de neden incelemek istemediğim belli olmuştu. herhangi bir çekici yanı yoktu, sıradan bir dükkandan ibaretti. duvarların bir kısmı kiremit, bir kısmı ise beyaz renge boyanmıştı. basit bir eşleştirmeydi, ilgi çekmiyordu. aksine boğuktu. boğuyordu beni bu dükkan. atmosferi bir yana, biraz zaman sonra karşılaşacağım kişilerle ortak noktamızın burası oluşu da etkiliydi bu duruma.
omuzlarımı düşüncelerimi sanki üzerimden atabiliyormuşum gibi silkerken derince bir nefesi çektim içime. bir uğraş bulmalıydım, yoksa bu gidişle kafamdaki tilkilerin çoktan esiri olacaktım. "belki de hatırlamıyordur, biraz sakin olmalıyım." kendimi rahatlatmak adına ağzımdan çıkan şeylerle duraksadım."saçmalama, geceyi hatırlamıyorsa bile gündüz mutlaka beni gördü. her şekilde ben olduğumu biliyor." omuzlarım tekrardan umutsuzlukla beraber düşmüştü. hiçbir çıkış yolu yokmuş ve bir labirentin içinde aynı noktada koşuyormuş gibi hissediyordum. "peki öyleyse... neden bana söylemedi?"
"kim, neyi söylememiş sana?" işittiğim sesle beraber yerimde sıçrarken sesin geldiği yöne baktım. gözüm saate iliştiğinde ise kaşlarımı otomatik olarak çatılmıştı. bugünün tek enayisi ben değildim anlaşılan.
"korkuttun beni, niye sessiz sessiz girdin?" gözlerime dikilen bir çift göz ile bakışlarımı başka yöne iliştirdiğimde boğazımı temizledim. yanlış bir şey yapmamıştım ancak niçin bu kadar gergin hissediyordum kendimi? üstelik karşımda her şeyi bilip hiçbir şey söylemeyerek rahat olan kişiye karşı.
"arka kapıdan girdim ama kendinle konuştuğun için duymadın beni sanırım. kafana huni de ister misin?" dalga geçer bir ses tonuyla konuşan çocuğa karşı yüzümü buruşturarak baktım. rahatlığı yetmiyormuş gibi bir de benimle alay ediyordu.
"bana deli demeye mi çalışıyorsun? benimle düzgün konuşmalısın, ben senin büyüğünüm. bana hyung demen gerekiyor." tepkisini kontrol etmek amacıyla göz ucuyla ona bakarken karşılaştığım tepki şaşırmama yol açmıştı. hafif sırıtışı ve kalkmış olan tek kaşı ile oldukça küçümseyici bir ifade takınmıştı suratına. adımlarını bana doğru çevirmişken bana yaklaşmasıyla beraber refleks olarak geriye doğru adımlamaya başladım. ciddi ifadesi istemsizce yutkunmamı sağlamıştı. üstünlük kurma becerilerimin beni yanıltmasıyla beraber kedi rolünü kaçırmış, fare olmaya mahkum olmuştum. bu neydi şimdi? klasik dramalardaki tehdit sahnesini mi yaşıyorduk?
"hadi ya. hyung... öyle mi?" ufak bir kahkahayı bana doğru sunduğunda kalçamın masaya dayanmasıyla beraber kaçacak yerim kalmamıştı. aramızda santimler kala önümde durup gözlerini üzerime diktiğinde gözlerimi kırpıştırdım. "aramızda herhangi bir saygı ifadesi kullanmaya gerek duymayacak kadar yakınlaştığımızı düşünüyordum." dayandığım masada bedenimi bir yay misali geriye doğru gererken öksürdüm hafifçe. "a-ah... anlamıyorum ne dediğini. bir gündür staj yapıyorsun, nasıl yakınlaşalım öyle hemen?" gergin bir şekilde gülümserken masayla karşımdaki beden arasından sıvıştım yavaşça. kalp atışlarım kulaklarımı doldururken derince bir nefes aldım. "ben şey yapayım... şey, heh, en iyisi paspas yapayım. evet." arkamda bıraktığım kişiye hiç bakmadan odadan ayrılırken hızlıca tuvalete girdiğimde kapıyı kilitledim. vücudumun titremesine engel olamıyordum. sakinleşmek adına yavaşça kapıya yaslanarak çömelip bir süreliğine nefeslerimi düzenlemeye çalışırken aklıma gelen ilk şeyle telefonumu çıkardım cebimden. beynim kulaklarımdan aktığı için düzgün düşünemeyecek bir vaziyetteydim. beni anca akıl hocam toparlayabilirdi.
ricky
hao: ricky
kalk
kaaaalk
lazim
istek degil ihtiyac
uyan
(görüldü, 07:58)
yaz
bana
y
a
zricky: spam mesaj atma ananı sikerim
hao: o
biliyor her seyiricky: amına koyar
ım nasıl biliyor
neden şaşırıyorsam
herifin evinde uyanmıştın aqhao: soyle demez misin
biraz onur kiriciricky: konuştunuz mu konuyu
hao: bana hyung demelisin defim
dalga gecti benimle
neymis efendim
saygi isleri icin fazla yakinlasmamis miyiz
soyleymis boyleymisricky: haklı
hao: ne demek hakli
yok ederim seniricky: kabinde öpüşmemiş miydiniz siz
hao: KWS SESINI KEEES 😭😭😭
(görüldü, 08:02)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
intern | haobin
Fanfictionbirbirini tanımayan ve kirli bir geçmişe sahip olan zhang hao ve onun alt sınıfı sung hanbin, stajyer olarak tekrar bir araya gelir / text & düz yazı