konuşmamız lazım

115 15 35
                                    

uzunca bir yolu sırtımda yük, boğazımda düğüm ve göğsüme saplanmış bir bıçak eşliğinde yürümemin ardından dükkana vardığımda derince bir nefes aldım. erkenciydim, erkenci olmamın nedeni büyüktü. bugün aydınlanışımı halka duyuruş, kendimi açık etme günümdü. benim için dramatize edecek yeni bir olaydı ve kendimi kesinlikle başrol gibi hissediyordum. saçlarımı savurdum rüzgara meydan okurcasına. cebimdeki anahtarı çıkarıp dükkanı açtığımda içeriye geçtim. her şey şu ana kadar olması gerektiği gibi rutin bir şekilde ilerliyordu. derince bir nefes daha çektim içime. aldığım nefesler bana yetmiyor, dünyadaki oksijen miktarının azaldığını hissediyor gibiydim. kendimi toparlamam lazımdı. vaziyet şu an bile buysa, ilerleyen vakitler komalık olabilme ihtimalim vardı. kapı açıldığında kafamı yavaşça uzattım kimin geldiğine bakmak için. ihtiyar gelmişti. üstüne üstlük haddinden fazla süslenmişti. buradaki en bakımsız kişinin ben olması beni bir tık üzse de umursamadım, ona takılmanın az da olsa iyi geleceğini düşünüyordum bana.

"vay vay... beyefendi bey hazretleri bey, hoş buyurdunuz beyefendi bey. nedir bu şıklığınızın sebebi?"

aklıma gelen şeyle randevu defterinize açıp bugünün tarihindeki kişilerde göz gezdirdim.

"tabii ya... bayan kim'in fotoğraf çekimi. az değilsin sen de be ihtiyar."

göz kırpıp parmak sallayarak gülerken kızgın bakışlara denk geldim. hoş, bu bakışlar durumu daha da komik kılıyordu.

"sen sus, zevzek. az değilmişmiş, neyim var benim! sen kendi haline bak, şu genç yaşında aşksızlık cildini soldurmuş. betin benzin atmış!"

göz devirdim, bilmediği o kadar çok şey vardı ki... olur olmadık kişilere kendimi açıp bütün sırlarımı vererek dertleşme perilerim gelmişti. hepsini kovdum.

"aşksızlıktan değil o, güneşe çıkmıyorum! ten rengim bu benim."

tekrar bir göz devirmenin esnasından ihtiyara mimik yağmuru yağdırıp birbirimizi sinir ediyorken açılan kapı dikkatimizi dağıtmıştı ikimizin de. gelen kişi hanbin'di. bu çocuğa her daim rezil rüsva olmak meleklerin bana yazmış olduğu iğrenç bir kaderdi sanırım. utanmıştım. ellerimi yanaklarıma koyup yüzümü gizlerken tekrardan hanbin'e baktım. o yine her zaman olduğu gibiydi... geldiği yere ışık saçıyordu. hayır, ciddi anlamda. geldiği an ortam aydınlanıyor ve canlanıyor gibiydi. solmuş bir giysiyi tekrardan kumaş boyasıyla boyamak gibiydi onun da varlığı. yenilik ve canlılık kazandırıyordu.

"hao... hao? iyi misin?"

duyduğum sesle beraber başımı salladım, afallamıştım hanbin'in sesi ile.

"anlamadım, ne?"

ortaya attığım aklıma rastgele gelen kelimeler ile gözlerimi kırpıştırdım. utanmasam tokat atacaktım kendime.

"sana sesleniyorum uzun zamandır, cevap vermiyorsun. endişelendim."

endişelenmiş... fizyolojik olarak imkansızı aşıyordum şu an gözlerimden çıkan kalplerle. bütün kalpleri ona fırlatıp boğmak istiyordum onu. boğmak derken... fiilen değil. belki de öyledir. kendi kendime gülümsediğimi fark ettiğimde hanbin'in hala beklediğini fark edip boğazımı temizledim.

"şey, ne diyorduk... evet, güüünaydın hanbin!"

suratımı ekşittim, iğrenç bir tepkiydi. hanbin'in şaşkın bakışlarının ardından gülümsemesini gördüğümde mahcup bir şekilde gülümsedim. acının tatlı tebessümü yayılmıştı yüzüme.

"betin benzin yerine geldi, kerata. sana dediklerimi geri alıyorum. şimdi çaktım köfteyi, hehe."

ihtiyarın söze dalmasıyla beraber kaşlarımı çatarak sinirle ona baktığımda öksürdüm. tamamen deli taklidi yapıyordum şu an dikkatleri dağıtmak için. başarılı olduğumu sanmıyordum. son bir kaçış yöntemim kalmıştı. en iyi ve en etkilisi... elbette ki LAVABO!

"şey ben bi' lavaboya gideyim, benim bi' ipe un serme işi vardı da."

masadan ayrılarak lavaboya doğru yürümek değil, adeta KOŞARAK, evet kesinlikle topuklarım bir yerime vurarak lavaboya girdiğimde suyu açtım.

"ne yapacağım ben... tanrım, buda... adem... beni alın yoksa ben geleceğim."

deliliğime bir yenisini daha, yani, kendimle konuşmayı da eklediğime göre bir psikoloji öğrencisi rahat rahat beni tez için kullanabilirdi. elime yüzüme su vurdum. su materyal olarak kullandığım bir araçtı, maksat tamamen kendimi tokatlamaktı.

suyu kapatıp suratımı kuruladığımda daha fazla vakit kaybetmeden lavabodan çıktım.

etraf sakin görünüyordu, belli ki herkes kendi kabuğuna çekilmişti. sessiz adımlarla etrafı kolaçan ediyorken duvara yaslanıp kafamın yarısını çıkardım çevreye bakmak için. hiç beklemediğim bir anda belimde hissettiğim el tüylerimi diken diken etmiş ve tedirgin olmuşken bir diğer elin de ağzıma kapatılıp çok geçmeden duruşumun düzelmesi sayesinde vücudumdaki ellerin sahibini görebilmiştim. hanbin...

"sessiz ol, bizi arıyorlar!"

sessiz bir şekilde fısıldadığında kaşlarımı çattım. neler oluyordu lan burada. ellerimin ikisini de hanbin'in ağzımı kapattığı elinin üzerine koydum. ne hoş, elini çekmeme izin vermiyordu. 

"kimden kaçıyoruz hao, söyle bakalım. pardon... doğru soru şu; neden kaçıyorsun?"

büyük çabalar eşliğinde elini ağzımdan çektiğimde soluklanmaya başladım. soluklanırken de konuşmaya çalışıyordum.

"sen ne... yapıyorsun... ödüm koptu... farkında... mısın? huh, otuz kilometre koştum sanki."

karşımda gülümseyerek bana bakan çocuğa baktım göz ucuyla. belimdeki elini biraz daha sıkılaştırmasıyla hatırlamıştım bu durumu. panikten aklımdan çıkmıştı, fark etmiş olmalı kendini hatırlatmaya çalışmıştı. düşmeyecektim oyununa. ayırmayacaktım gözlerimi gözlerinden, kaybetmeyecektim.

"kendimi çok zor tutuyordum ama sanırım artık yapamayacağım, konuşmamız lazım."

kaybettim. gözlerimi çektim ve oyununa düştüm. üstüne üstlük yanaklarım alev atmaya başladı, kendimi bilhassa ele verdim. belimdeki ele kaydı gözlerim istemsiz bir şekilde. ne kadar da yakışıyordu eli belime, aynı şekilde o da bana. bütün parçalarım ona... bütün parçaları bana... gülümsedim. sanırım sakinleşmiştim. ellerimi hanbin'in göğsünün üzerine yerleştirdim. doğru an bizi bulmuştu. artık tamamiyle kendimi ona açmak için hazır hissediyordum.

"evet, konuşmamız lazım, hanbin."

...

ben hala sizin bir taneniz miyim yoksa aylarca bolum atmadigim icin sifir taneniz miyim

yn: okumadan atiyorum insalah iyidir neyse yaksamlar kizlar iki sene sonra gorusuruz (sakaa

intern | haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin