01

291 31 26
                                    

Minho dişil bir erkektir mesela. Tirip atmayı sever, sevdiğinin yanında cilveleşir. Öyle feminen, milletin klişe feminen tavrından değil. Literatürel feminen. İnce düşünür, uğraşmayı sever. Yanlış olduğu halde istediği bir şey varsa da kendisini kandırmasını çok iyi bilir. Ben üzülmeyeyim, egom zedelenmesin diye çoğu şeyi görmezden gelir, benim doğrularımı kabul eder ama arada seks becerilerimi de şakayla karışık aşağılar. Aslında kendisi kalçasını çok hareket ettirmemeyi seçtiğinden kaynaklı olarak işi bana bıraktığından yorulmama sebep olup sonra beceremiyorsun diyor ama bir kere olsun kendisi denemiş değil. Eli değiştirdiğimizde de yavaş gidiyor, kaslarını pek yormuyor. Nedense işte. Her yanlış benim.

Şimdi kapısının önüne gidiyorum. Gök eflatun. Onunla tanıştığımdan beri hiç mavi olmadı. Gündüzleri eflatun, geceleri lacivert. Yıldızlar artık daha büyük. Ayın evreleri süreç içinde değişmiyor. Bir gün dolunayken bir gün bakıyorum hilal oluyor. Sonra yok. Sonra şişkin. Bir düzeni olmadığını Minho'yla geçirdiğim son gecede fark etmiştim. Sonra sular mesela. Ferah değil. Bir ağırlığı oluyor. Bazen duştayken üzerime yapışmış gibi geliyor. Üstümü sertçe kurulamazsam uzun süre orada kalıyor damlalar. Çok yoğun.

Ve kediler. Genel olarak bütün hayvanlar sanırım. Şu ağacın tepesindeki karga, kaldırım kenarındaki su yolunda bekleyen o devasa böcek, az ötemdeki kedi. İnsan gibi de değiller. Bir bildikleri var, bir amaçları. Benimkinden daha üstün akılları. Gözlerini ayırmadan bana bakıyorlar. Hayal kurmuyorum. Yanından geçtiğim her çift göz bana bakıyor. Oldukları yerden hiç hareket etmeyen bedenleri aramızdaki mesafeyi hep koruyor. Onlara asla yaklaşamıyorum.

Elim cebimde. Bir tabanca. Düşünmem. Elime aldim

Sıktım. Sevgilimin camına. Eski sevgilimin yani. Önemli bir göreve gidiyoruz. Dünyayı yok edeceğim.

"Pat!"

Manitamın korku dolu gözleri. Geriye atılmış saçları ve incecik burnu. Kırık camdan bana bakıyor. Olayı kavrayınca kaşlarıni çatıp "gerizekalı" diyor ama sesini duymuyorum. Cam açik olmasıns rağmen.

Az önceki hayvanların hiçbiri burada yok. Sanki var olmamiş gibiler. Kedinin koşarak kaçtığını filan da görmedim. Dünyaya bir şeyler oluyor.

Apartman kapısı cızıldadı. İçeri girdim. Merdivenleri hızla çıktım ve Minho'nun kapısına vardım. Kapı açık, içeriden oturma odasının ışığı geliyor. Yarı karanlık. Bir anda Minho'nun dayasa dayanamaz birden çeker dediğim mutfak bıçağı boynumdayken sırtım da duvarda.

"Konuş."

"Bir kahve içseydik, güzelim?"

"Evime ateş ediyorsun. Bir kahve mi içelim? Peki. Önce cebindekini ver. Tamam. Cezveyi yeni yıkadım. Yeni paketi açabilirsin. Öbürünün tadı hoşuma gitmiyordu."

"Küçük fincanlar mı?"

"Büyük yap. Sigaran var mı? Almaha gitmedim. Benimki bitti çoktan."

Cebimi yokluyor. Kalçamı sıkıyor.

"Seungmin."

"Efendim?"

"Seninle barışmayacağım."

Biliyorum. Kahveyi yapıyorum ve oturma odasına geçiyoruz. Yerde cam kırıkları var ufak ufak. Yan yana yapıştırılmış tekli koltuklara oturduk. Bacaklarıni uzatıp sigarayı yaktı.

"Sana bir teklifim var."

"Barışmayacağımıza göre?"

"İş teklifi Minho."

Barışmak istiyor. Ama istemiyor. Paraya herkesin ihtiyacı var.

"Bir tablo yapacaksın. Kakalayacağız ve parayı kıracağız."

Felekzan 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin