giriş

772 57 21
                                    

ezelimizden ahiretimize birini bekliyoruz. sen, ben, baba evinden kaçmak için evlenen annen; sevişecek kimsesinin olmadığını bildiğin seni döven öğretmenin, "ayrıl'cam ben kanka" diyen sündük arkadaşın. şimdi kafam güzel tabii de iki gözümü alnının ortasına dikip "kim o lan?" diye sorabilirim. "kimi bekliyoruz? gerçekten onu mu yoksa onun bize yaşatabileceği şeyi ya da hissedebileceklerimizin ihtimalini mi?" bu bencillik, sevgiye aç olmak. biraderim, sevgiye hepimiz açız ama ben kimseyi, o kimsenin bana verebileceği şeyleri beklemiyorum. ben kafayı buluyorum. yaşamaktan halliceyim. belki de ben alttan alta ölümümü bekliyor, aşk şarkılarımı ona yazıyorum.

içimden geliyor, söylüyorum. kelimeleri israf ediyor taşşağına yatağına girmek istemediğim hanımlara şiirler sallıyorum. ama para. bu dünyada parasız bir halt yapılmıyor. açken isyan edemiyorum. 

mesela şu an açım. hem de çok. ruhumun açlığına mı bilmiyorum ama. bir sedirde uzanmış, bembeyaz ışığa bakıyorum. karnımda plastik bir his. birinin eli. tenimde bir acı. hastanede değilim ama. hoş bir koku var. beni aşka davet eden tatlı, ferah, bir erkeğe ait olmaması gereken bir koku.

ne ben konuşuyorum ne o konuşuyor. dövmecilerin saatlerce uğraşırken sessiz kalmaktan hiç de keyif almadığını söylemişti biri. bu adam gayet memnun görünüyor. hatta ağzımı açsam, bu edebiyatı ona yapsam plastik eldivenli yumruğuyla dişlerimi kıracak gibi bir sakinlik bu. 

"o insanı istiyorum."

kaşlarının altında koca, koyu gözler. eli durmuyor. ağzında maske var. bu kadar titizini görmemiştim.

"kimi?"

seni desem? yine bi şerefsizlik yapsam hiç de fena olmaz mesela. anlık duygulara, o yükselmelere ihtiyacım var. sonra geçiyor zaten.

"ruh eşimi."

dalga geçecek sandım. "hmm" diye bir ses çıkardı sadece. hareketleeri yavaşladı. "nasıl anlıyorsun o olduğunu?" diye sordu. dondum. tavana bakmaya devam ettim. ne kadar sustum bilmiyorum. anlaşılmalı. bir çıkarı her zaman olmalı. eğer ruh gerçekse onu tanımalı. kronik bir yalancıyım. rol keser dururum.

"bilmem," dedim. adım gibi bilirim. ben her şeyi bilirim. tanrıyı ben yarattım. "senin olmadığından eminim mesela."

"bitti."

önce anlamadım. maskeyi çıkarıp toparlanmaya başlayınca farkında olmadan elimi karnıma koymuşum. arkası dönüktü. sonra göz göze geldik. "salak mısın?" diye sordu. en hakikisinden yavrum. hiç şüphem yok. bu geceyi senle geçirmek istediğime de şüphem yok. sadece bunu isteyen gerçekten ben miyim yoksa sevgiyi aramadığını söyleyen benin arkasındaki anasız kuzu muyum ondan emin değilim.

dokunmasana, filan dedi. dokundum. öleceğimden ama ölürsem onun üstüne kalmayacağından bahsetti. sululuk duymazmış. bana ne? duymayacak olsaydı söylemezdi bunu zaten.

"ne kadar?"

"paran var gibi konuşuyorsun. istemiyorum paranı. pratik için kabul ettim."

"bu saatte neden pratiğe ihtiyacın vardı?"

"belki senin gibi bir serseriye ihtiyacım vardır."

cüretkar.

"beni yatağa atmak için yaptım."

"seni işaretledim."

kafamı indirip baktım. bir çukur istemiştim karnımda, belimden başlayarak. bir tavşanın doğumunu çizmişti. iğrençti. boşluğuma bir hayat bağışlamıştı. bana ait hissettirmiyordu.

"beğenmedin sanırım."

"bana uymuyor."

"bana uyuyor ama."

seviştik. ilk defa yanlış insanmış gibi gelmedi ama hala emindim. doğru da değildi. o insan, minho değildi. doğru denilen şeyi sikip attık. yıllardır hayatımızda yok. yalnızca oldu. sabah olduğunda aynı yatakta yan yana tüttürüyorduk. o an istedğim şey bir tur daha değildi. anın içinde kalmaktı. tanımadığım bu adamla ciğerlerimi sikmeye devam etmek. yalnızca soğuk nevresimlerde uzanmak. bu kaderi kendime bağlamak istedim. bir dilek diledim.

"o insan değil minho benim olsun."

aşık mı olmuştum? hayır. benim için uygun olduğunu, onunla yaşayabileceğimi filan da düşünmüyordum. sadece o an onu diledim ve bir cin kulağıma fısıldadı: "artık senin."

bu dünyada ilk defa, kendi bedenim bile benim olamamışken birinin ruhu benim olmuştu. bunu kutlamak için kara feleğimin alnını öptüm. bir yangın çıktı. feleğimin içinde süzülen kuşlar kanatları alevler içinde patır patır yatağa düştü. ben artık seungmin değildim ama minho benimdi. gözlerinin aynısı bir cevher bulup boynuma asmak, benim kadar olmasına rağmen bedenini sineme saklamak istedim. bana aşık olsun istedim.

"oluyorum galiba."

görüyordum. çekinmiyordu. onu her an bırakabilecek bir şerefsiz olduğumun farkında olduğu kadar beni elinde tutabilmek için her türlü manyaklığı yapacak potansyelde bir akıl hastasıydı. akıl hastası demek doğru değil belki. o, aklı devreden çıkaralı baya olmuştu. dürtülerle hareket etmeyi boynumu ısırmayı, saçlarımı okşarken bir anda çekmeyi ve kahvaltı hazırlarken beni aşağılamayı seviyordu. önce sövüyor, sevişirken dövüyor, sonra hiç olmadığı kadar seviyordu beni. 

ama her an beni bırakabilirdi.

gökten düşen elmalarım toprağın en dibini, cehennemin ateşini boyladı. minho bu kez bana şakasına değil gerçekten de siktir git dedi. ben de kafayı bulup kapısını kırmak için gelmek üzere defoldum. 

bana aşıktı. bir de öfkeli. onu sevmediğim için öfkeliydi. oradan çıkmazsam beni öldürecekti. aslında istedim. onun güzelliğini izleerken ölmeyi. yapamazdı. mutfak bıçağını boğazıma dayar, niye sevmiyorsun derken ağlamaya başlar ve o çekip giden olurdu.

gittim ama dedim ya, geri dönmek üzere gittim. minho'ya onu sevdiğimi söyleyemeyeceğim halde onunla olmak için bir bahaneye ihtiyacım vardı. "seni seviyorum," lafından başka bir şey. "sana ihtiyacım var." gibi.

Bir çok hastalıklı duyguyu işliyorum kaldırması zor olabilir uyarı amaçlı geçtim psikolojiniz bozulurss sorumluluğu üstlenmiyorum tşk

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir çok hastalıklı duyguyu işliyorum kaldırması zor olabilir uyarı amaçlı geçtim psikolojiniz bozulurss sorumluluğu üstlenmiyorum tşk

Felekzan 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin