Çalışarak, dişinden tırnağından arttırarak bir yerlere gelmeyi başarmıştı Yaşar Ateş. Çok sevdiği bir karısı ve dünyalar tatlısı oğlu vardı. Fedakar bir arkadaş, dost, baba ve eşti.
Yapmış olduğu işler adından çokça söz ettirdiğinden dolayı son zamanlarda yolunda gitmeyen işleri vardı. Ama nerden bilebilirdi ki, bu yolunda gitmeyen işlerin altından en yakın arkadaşının çıkacağını. Bilemezdi...
Severdi dost bildiği Mehmet Keskin'i. Düşündüğü her fikirde, yapmak istediği her planda kesinlikle Mehmet Keskin'e danışırdı. Arkadaşı bilirdi ya hani, bir hainlik aramazdı asla onda.
Bu güven o kadar ileri gitmişti ki, dedesinden kalan mirası ve kendi katkılarıyla yarattığı otellerinin, holdinglerinin, şirketlerinin ve daha akılda kalmayan birçok işte arkadaşının da imza yetkisi vardı. Kendisi sık sık şehir dışına çıktığından dolayı gözü kapalı bir şekilde güveniyordu Mehmet'e.
Yaşar Ateş son zamanlarda ciddi Zararlar ediyordu. Açığın nerden kaynaklandığını sürekli araştırır, hainin kim olduğunu bulmaya çalışıyordu. Birdenbire hesaplarından çekilen yüklü miktarda paralar ve üzerine kayıtlı tüm mal varlığı adeta yok olmuştu.
Neye uğradığı şaşırmıştı adeta. Beş parasızlığı bir tarafa, başını sokacak bir evi bile yoktu. Bunları ona yaşatan ise en yakın dostu, kardeşim dediği adam Mehmet Keskin'den başkası değildi.
Ama inanmadı Yaşar. Bu işte bir iş var diye düşünüyordu sürekli. Mehmet'i bulup bu işin gerçeğini öğrenmek istiyordu ama Mehmet çoktan kayıplara karışmıştı bile...
İşte Mehmet'in bu kaçması ne yazık ki Yaşar'ın yüzüne tokat gibi çarpmıştı gerçekleri. Evet... Mehmet sahiden de onu kandırıp varını yoğunu almıştı. Bu ihanet Yaşar'ı öyle kötü yapmıştı ki adamın aklını oynattığını söyleyenler vardı. İnsanlar onu deli zannediyordu. Stresten hastalanıp yataklara düşmüştü. Yetmezmiş gibi hakkında bir ton çıkan laf çıkmıştı.
Sürekli düşündüğü şey nasıl ona bunu yaptığıydı. Ama Yaşar bu işin peşini asla bırakmayacaktı. Kendi çapında tuttuğu avukatla mallarının çok az bir kısmını almıştı. Ama bu bir gecekondu parası bile etmezdi.
Günleri böyle böyle geçerken, nihayet Mehmet'in İstanbul'da görüldüğü kulağına geldi. Mehmet İstanbul'daydı!
Dışarı çıkıp işlerini hallettikten sonra eve bir an önce dönmek için acele ediyordu. Bu aralar oğluyla fazla vakit geçirmediğinin o da farkındaydı ama güzel günler yakın diye düşünüp kendini sakinleştirmekten başka çaresi yoktu. İzbe bir mahallede farelerin cirit attığı ve zor bela kirasını ödedikleri evlerine gelmişti. Anahtarla kapıyı açarak, zorda olsa yüzüne yerleştirdiği gülümsemesiyle, "ben geldim." Dedi.
Daha adımını eve atmadan kafasını kaldırmasıyla, Mehmet'i ve sandalyeye, ağzı, kolları bağlı oturtulan eşini görmesi bir olmuştu.
O an Yaşar'a o kadar dehşet verici gelmişti ki anında tüyleri diken diken olmuştu. Ama ilk düşündüğü şey oğlu Asil'di.
Asil neredeydi!
"Vayy vay vay" Mehmet mide bulandıran sesiyle, Yaşar'ı tepeden tırnağa küçümseyici bir bakışla inceledi. "Dostum! Nasılsın görüşmeyeli?" yüzünde ukala gülümsemesiyle nasılda arsızca konuşabiliyordu.
Yaşar, Mehmet'in bu rahatlığını hayretle izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Çaresiz bakışları, korkuyla oturan eşine kaydı. Usul usul ağlıyordu.
O an Yaşar, Mehmet'in bunca yaşattıklarına karşılık hıncını almak istercesine atıldı Mehmet'in üstüne. Boğazını sıkarken, "sana dostum demiştim!" diye bağırdı. "Nasıl yaparsın bunu adi herif! Nasıl!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeği intiharı
ChickLither şeyden habersiz geçen günleri vardı genç kızın. Nerden bilebilirdi ki cinayetlerin ve ihanetlerin faturası ona kesilecek. Bilemezdi... çok sevmişti Asil'i, o kadar sevmişti ki, gözünün önünde olan olayları görmüyordu. O kadar kör etmişti aşk göz...