Fabrikadan çıkalı saatler olmuştu. Eğer yakın zamanda dönmezsem Zak bana verdiği parayla kaçtığımı düşünebilirdi. Bu yaptığının bir test olduğunu düşündüm. Eğer sürekli böyle cüzdanı fırlatıp umursamıyorsa daha yüksek miktarları çalabilirdim. Hırsız olabilirdim ama zekiyimdirde.
Fabrikanın yolu oldukça çamurluydu. Yürürken ayakkabılarım çamura saplanıyordu ve ayakkabılar ağırlaşıyordu. Hayatımı koşarak kazandığım için tedirgin hissediyordum. Arada sırada kafamı kaldırıp doğru yolda olduğuma emin oluyor sonra yürümeye devam ediyordum. Fabrikayı gördüğüm zaman bir rahatlama hissettim ama bu çok uzun sürmedi. Ayaklarımın 3 santim uzağına bir bıçak saplandı. Refleks olarak geri zıplamıştım. Geriye doğru kazandığım bu ivme yüzünden popomun üzerine düştüm. Baya acımıştı ama acıyla yüzleşecek zaman yoktu. Ben ayağa kalkana kadar etrafım sarılmıştı. Önümde 2 arkamda 3 kişi beni kıstırmışlardı.
-" Hey güzel bayan elinde bu kadar çantayla nereye gidiyorsun, istersen taşımana yardım edelim ha." Adam iğrenç dişlerini göstererek sırıtıyordu.
-" Zahmet etmeyin bunlar size ağır gelebilir." Sözlerimi duyduktan sonra adam birden hırçınlaştı. Belinden Uzun sayılabilecek bir bıçak çekti. Diğerleride sırayla bıçaklarını çektiler. Bu bir güç gösterisiydi. Bunlarda hırsız değil yankesicilerdi. Çantaların içinde değerli bir şey yoktu ama arka cebime koyduğum cüzdanda harcamadığım binlerce ret ( para birimi) bulunuyordu.
-"Lanet çantaları bize ver." Adamın sesi son seferinden çok daha kalındı. Çantaları yere. Bırakıp geçen gün kullandığım bıçağımı almak için elimi belime attım. Yoktu. Zak bıçağımı geri vermemişti. Şok bedenimi hızla ele geçirdi. Bıçağım olsa belki bunlarla baş edebilirdim ama silahsız hiç şansım yoktu.
-"Sanırım bunu arıyorsun." dedi arkamdan biri. Sesin geldiği tarafa döndüm. Zak fabrikanın üstündende elinde bıçağımla bana sesleniyordu. Küçük bir umuttu ama fabrika çok uzaktı. Zak buraya gelene kadar ben 2 kere ölürdüm. Zak'i fark eden adamların dikkatsizliğinden yararlanıp, en saf olduğunu düşündüğüm adama doğru koşmaya başladım. Ama adam beni düşündüğümden hızlı fark etti. Devasa ellerini bana uzattığı anda suratıma bir şey sıçradı. Sıçramanın etkisiyle gözlerimi kapatmıştım. Elimin tersiyle gözleri silip elime baktım. Kıpkırmızı olmuştu. Korkuyla başımı kaldırdım. Adam boğazında bıçağımla mal mal bakıyordu. Kafamı yavaşça Zak'in olması gereken çatıya çevirdim. Orda yoktu. Belkide öldüm diye düşünmeye başlamıştım. Sırtımda bir el hissedince kendimi diğer tarafa doğru attım. Yerde basit bir takla attıktan sonra omzumu tutan kişiye döndüm. Zak sırıtarak bana bakıyordu.
-"Fena yakalamışsın ortak." İlk defa yüzünü görüyordum. Gözleri o kadar siyahtı ki siyahın yeni bir tonu bile sayılabilirdi. Burnu ve çenesi ise nerdeyse bilgisayarla çizilmiş gibi orantılıydı. Saçları uzun sayılmazdı ve dağınık duruyordu. Bu açıdan bakınca epey çekici görünüyordu. Aklıma adamın boynundaki bıçağım geldi.
-"Nasıl, nereden... " cümlemi tamamlamama izin vermeden;
-"Bıçak fırlatmada kendime güvenim tamdır." dedi. Doğrusu hiçbir soruma düzgün bir cevap değildi ama en azından fırlattığını söylemişti. Diğer yankesiciler arkadaşlarının ölümüyle afallamışlardı. Bunu fırsat bilip kaçabilirdim ama Zak'in hiç kaçmaya niyeti yok gibiydi. Elini giydiği uzun ceketin arkasına uzatıp hayatımda gördüğüm en ilginç kılıcı çekti. Kılıç genel olarak bir katanaydı ama daha önce gördüğüm hiçbir kılıca benzemiyordu. Kılıcın keskin ve beyaz olması gereken yan kısmı siyahtı ve sanki üzerinde binlerce parçaya ayrılmak üzereyim gibi çatlaklar vardı. Daha dikkatli bakınca çatlakların kılıcın üzerine kazınmış olduğumu fark ettim. Araba lastiği iyi bir benzetme oldurdu. Kılıç kınından çıktığı anda yankesicilerden bazılarının titremeye başladığını gördüm. Ne olduğunu anlamak için Zak'e baktığımda titremesine sebebinin korku olduğunu anladım. Zak'in etrafında sanki. Bir yağmur bulutu gibi birşey birikiyordu. Bu sadece saldırı öncesi kendini hazırlamaydı. Daha önce televizyonda bir çinlinin etrafındaki alanı aurasıyla değiştirmesini izlemiştim. Buda ona benziyordu ama birebir hissetmek çok farklıydı. Bulut resmen kana susamışlığın yoğunlaşan haliydi. Bulunduğum yerden hissedebiliyordum.
-" Eğer bir daha bu kızın yanına yaklaşanı hissedersem bedelini canıyla öder anladınız mı?" Soruyu o kadar sert bir tonla söylemişti ki ben bile korkmuştum. Yankesiciler korkuyla kaçarken Zak kılıcı tekrar kınına soktu. Kılıç kına tamamen girdiği anda buluttan dağıldı. Şok içindeydim. Az önce neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Zak bana doğru gelip elini uzattı. Ama ayağa kalacak enerjim yoktu. Elini tutup kalkmayı denemedim. İlk defa ayağa kalkmak bu kadar zor geliyordu. Çok kavgaya katılmıştım ama bu onlara benzemiyordu. Yerde ölü yatan adama baktım. Bu bir dövüş değil bir infazdı. Zak nedendir bilinmez beni koruması gerektiğini düşünüyor olmalıydı. Ayrıca o kılıca bakmam gerekiyordu. Hırsız içgüdülerim kılıcın önemli olduğunu saniyesinde anlamışlardı. Zak'in peşinden fabrikaya gittim. İçeri girdiğimde inanılmaz bir boya kokusu ciğerlerim yandı. Daha bu sabah hurda görünen makine bitmiş hatta boyanmıştı. Zak elinde bir fırçayla son rötüşleri yapıyordu üzerindeki ceketi çoktan çıkartmış ve koca fabrikanın ortasındaki masanın üzerine bırakmıştı. Ceketinin yanında parlayan kını görebiliyordum. Yavaş adımlarla kılıca yanaştım. Kılıç normal kılıçlardan daha uzun ve ince görünüyordu. Kılıcı kınından çıkarıp incelemeye başladım. Parmaklarımı kılıcın üzerinde gezdirdim. Değişik bir his yoktu. Zak kılıcıyla ilgilendiğimi fark edince elindeki fırçayı yere bırakıp yanıma geldi.
-"Ne düşünüyorsun?" Cevap vermeden Zak'in dışarda bulutu oluşturan pozisyonuna geçtim. Hiçbir şey olmuyordu. Zak arkama geçip kollarımdan tuttu. Yavaş ve narin hareketlerle sağ kolumu biraz kaldırırken sol kolumu iyice alçalttı. Şimdi kılıç omuz hizasında duruyordu.
-"Bacaklarını,az daha aç ve çok az eğil." Söylediklerini harfi harfine yaptım. Ama yinede bir şey olmuyordu. Marketlerde istediği oyuncak alınmayınca sinirlenen çocuklar gibi bir surat ifadesiyle Zak'e döndüm.
-"Eee neden olmuyor?"
-"Çok basit kimseyi öldürmek istemiyorsun. Ayrıca siyah çöle hiç gitmedin." Kimseyi öldürmeye kısmı anlaşılabilirdi ama siyah çöl meselesini anlamamıştım. Zak'in bulutu tamamen öldürme arzusuyla doluydu bu yüzden bulut öldürme arzusunun bir ürünü çıkarımını yapabilmiştim.
-"Siyah çöl neresi, hadi oraya gidelim." Tüm sevimliliğimle söylemiştim. Hatta cümleyi kafamı hafifçe sağa eğip şirin bir imajlar bitirmiştim. Zak muhtemelen bundan hoşlanıyordu.
-"Şu halinle daha kapıyı bile geçemezsin." Cevabı hevesimi kursağımda bıraktı. Ayrıca halimde ne var diye düşünmeden edemedim. Gerçi az önce az kalsın ölümüne dayak yiyip soyulacaktım. Gerçi Zak hiç 5 dakika önce birini öldürmüş gibi durmuyordu. Ben sokaklarda büyüdüğünde bu tür şeylere alışkınım ama Zak'in soğukkanlılığı ayrı bir düzeydeydi. Orda benimle konuşurken sanki hergün yaptığı bir şey gibi rahat hareket ediyordu. Gerçekten sırlarla dolu biriydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Desert
حركة (أكشن)İnsan beyninin derinliklerinde bulunan siyah çöl olarak adlandırılan bu özel yerde özel birer güç bulunmaktadır. Hayatını hırsızlıkla sürdüren Jennifer bu korkunç çöle girip, çölü kontrol etmeye çalışacak ve başından asla tahmin edemeyeceği olaylar...