Sevgilim Shushu'm,
Eğer maksadın beni kalpten götürmekse buna bir adım yaklaştın. Koca bir adım attın hatta. Yorularak yazdığın satırları okurken yataktan düşeceğimi sandığım vakitler oldu. Şu yıllanmış beni bir çocuğa çevirdin ya hani... Diyecek bir şey bulamıyorum.
Bazı satırları on, bazılarını on beş kez okudum. Benim gibi ileri yaşlı bireyler bu tür eylemleri gerçekleştirmekte zorlanırlar güya oysa ben senin karaladığın her bir tümceyi okudukça gençleştim. On yedinci yaşlarıma geri dönüyormuş gibi hissettim.
Sahi ben on yediyken sen sadece yediydin. O zamanlarda bile bana tutkuyla ve sanki dünyada (veyahut dünyanda) yalnızca ben varmışım gibi bakan gözlerin canlandı kafamda. Hayatımın en zor dönemleriydi ergenlik yıllarım. Ve belki de hayatımın yönünü sonsuza dek değiştirecek kararlar aldığım dönemdi. Fakat şimdi hatırlıyorum da o günlere dair sadece senin bana tutunan ellerin ve tutkuyla bakan gözlerin kalmış zihnimin köşelerinde. Yalnızca senin bulunduğun anıları saklamışım. Zorlukları ve yaşadığım tüm o berbat günleri unuttum diyebilirim. Ya da üzerimdeki tesiri azalmış da olabilir. Sonuç her ne olursa olsun, senin yanı başımda bulunduğun herhangi bir an hatıralarımın baş tacı oluyor ve ben hiçbirini unutamıyorum. Hoş unutmak ne mümkün ki zaten..
Dere kenarındaki pikniklerimiz ve oynaşmalarımız.. Ah Shushu'm özlemle kavruluyorum şu an. Bir bilsen nasılım! Şu yaşlı halimle senin bembeyaz tenini hayal etmem... Ve... Tanrı'm Shushu'm affet beni. Affet beni fakat ne yapsam ne etsem o serin güneşli yaz gününün gecesinde, Ay ve hafif rüzgâr tek şahidimizken tenine bıraktığım öpücükler ve daha ilerisini yaşadığımız o anlar gitmiyor aklımdan.
Gözlerimin önünde hâlâ giydiğin şeker beyazı kıyafetini kendi ellerimle çıkarışım, o anki baygın gözlerin, normalde utangaç olan fakat tenlerimiz neredeyse karışacakken kesinlikle şehvetle bakan gözlerin, vücuduna sarılışım ve susuz gibi abanmam...
Bazen kendime kızıyorum. Sen o vakitler on sekizine yeni girmiş bir kızdın. Toysun demiyorum bak, sadece bazı şeyler için henüz küçüktün. Buna rağmen seni bu tür şeylerle çok erken tanıştırmışım hissinden asla kurtulamıyorum.
Sana karşı her zaman fazla korumacıydım. Minik kalbinin kayalıklardan oluştuğunu falan da düşünmedim asla. Elini bırakmayı asla istemedim. Yapabildiğim kadar güzel yetiştirmeye çalıştım seni. Kızım oldun, kardeşim oldun, sevgilim, karım ama en çok da dostum oldun.
Karakterim gereği sert ve karamsar olsam da sen yanımda olduğun sürece bunları hep bastırmaya çalıştım. Bir saatten sonra sen yanımdayken kendiliğinden yok oldu bunlar. Senin büyünle iyileşiyor gibi hissettim. İyileştiğimi hissettiğimde ise hastalığımın farkına da varmış oldum. Hastalığımsa "karamsarlık"mış. Koca bir karamsarlık yığınıydım. Çöplüğümde simsiyah önü görülmeyen düşler ölü olarak yatıyordu. Ta ki bir gün sen o çöplüğe sihirli ayakkabılarınla basana dek..
Başta yalnızca kardeşimdin. On yedinci yaşımı bitirdiğimde kızım olmuştun. Şimdi yirmi sekizimdeyim ve sen sevgilimsin. İlk mektubumda da dediğim gibi seneler bize bambaşka davranıyor. Elimizden gelen ne ki geçip giden zamana karşı? Onu bir saklama kabında saklayabilir miyiz, veyahut tüm saatleri yok edip de zaman kavramını ortadan kaldırabilir miyiz?
Yapamayız ki Shushu'm. Yapabilmek çok isteriz ama bazen bir şeyler gerçek manada olanaksızdır. Senin için burayı terk edebilirim ama o zaman senin için yapmış olmam. Çünkü ben sadece sana olan özlemimden gelmiş olurum yanına. Bu da bir tür bencillik sayılmaz mı? Senin için geldiğim bu ülkeden sonra yine senin için, deyip erken dönemem ki. Bu kısımda "senin için" diyerek yalnızca kendimi kandırmış olurum zira.
İçimde sana büyüttüğüm sevgi olmasa senden ayrı olmazdım. Bu özlemi bana yaşatan da sana duyduğum sevgi. Şu an kollarım yorulduğu hâlde yazma şevkimi kaybetmemem de sana karşı beslediğim his yığınından. Ben ne yaparsam yapayım çok sevdiğimden yapıyorum Shu.
Geçenlerde buraya geldiğimden beridir kendime seçtiğim favori mekânıma gittim. Kısaca betimleyecek olursam bir göletin yalnızca birkaç adım ötesindeki bir çınar ağacının altında duran kahverengi bir banktı burası. Kitabımı götürüp oturdum ilkin. Elimde o günün sabahında aldığım çörekler vardı. Banka koydum ve bir vakit yalnızca göleti izledim. Etraf kalabalık değildi. Böceklerin ve diğer huysuz sevimli hayvanların sesinden başka çok az ses işitiliyordu. Kulağıma dolan bu rahatsız edici olmayan gürültü, içimde bir tarifi zor bir etki yarattı. Beni bir nevi mutu etmişti. Elimde olmadan tebessüm ettim. Ancak işittiğim oturuş sesi beni daldığım düşsü hislerden sıyırıp aldı.
Bankın diğer ucuna oturan bir beden gördüm. Göz göze geldik. Varsayım yaparak on ikilerinde bir oğlan olduğunu düşündüm. Bana bakıyordu. Ben de ona. Ses etmedik. Yalnız bir lahza işitmeyi beklemediğim bir cümle kurdu. Gözlerimin ta içine bakarak "Anneme benziyorsunuz." diyerek buruk bir şekilde gülümsedi.
Kumral saçları alnına dökülüyordu. Rüzgâr birkaç teli havaya uçuruyor, birkaç teliniyse kirpiklerine değdiriyordu. Çilleri güneş altında parlayadursun çocuk o cümleyi dedikten sonra susmuştu. Ama ben anlamıştım onu Shu'm. Acıları bir olan insanlar konuşmasa da olurdu. Sadece gözler buluşsa yirmi ağız birden haykırır gibi olur, tüm acılar paylaşılırdı. Ses etmedim.
Saçlarını okşadım ve çörekleri kabından çıkarıp ona uzattım. Teşekkürüne bile ihtiyacım yoktu. Benimle yemesi kafiydi. Çocuk, çörekleri sessizce yedikten sonra saçlarıma varla yok arası bir öpücük kondurup uzaklaştı. Neydi, neyin nesiydi, ismi neydi, tahminim gibi on iki yaşında mıydı; bunları asla çözemedim. Ama annesiz olduğunu daha o cümleyi ilk kuruşunda anlamıştım. Kitabı okumadan döndüm oradan. Kendi annemi, senin anneni ve çilli çocuğun annesini düşünmüştüm.
Keşke demiştim Shu, keşke gerçek annen de ben olsaydım. Seni annesizlikle sınayan Tanrı'nın kötülüğünden koruyabilseydim. Annesizlik bünyemizde bu denli eksiklik bırakıyorken bazılarımızı zayıf bir bünyeye sahip bir biçimde yaratan Tanrı'dan koruyabilseydim keşke seni.
Otel odasının penceresini açtım. Manzaraya bile bakasım gelmedi. Yattığım yerin başucunda bulunan resmini aldım elime ve kokunu almak mümkün olacakmış gibi kokladım. Kendimi o an deli ve ruh sağlığı bozulmuş biri gibi hissettim. Fakat ne yaparsam yapayım, kendime ne tür tanılar koymuş olursam olayım o gün gerçekten de kokunu alabilmiştim.
Ve ah, üzgünüm ama bunun için yemin bile ederim. Lakin tahmin edilebileceği üzere Tanrı, yine gerçeği bir tek o bilirmiş gibi davranıp beni yeminimden dolayı cezalandırabilirdi. Önemi yok. Zaten ben sussam da sen anlarsın. Kokunu aldığıma inanırsın. Önemi yok. Çünkü sen zaten bilirsin beni. Önemi yok. Aynısını veyahut benzerini sen de yaşamışsındır.
Shu bir çocuğumuz olsaydı nasıl olurdu?
Not: Üzgünüm kendimi dizginleyemedim. Bu sefer bunları yazabildim ama hissettiklerim çok daha fazlası. Ve lütfen soruma dürüstçe yanıt ver.
İmza:
Sevgilin, annen Soojin
_______________________________________
Şuraya yazar notu bırakmak istiyorum. Bundan sonraki bölümü ben değil çok sevdiğim biri yazdı. Onu atmak için çok heyecanlıyım. Ve sorun çıkmazsa ilerleyen zamanlarda ben Soojinleri o ise Shuhuaları yazacak. Umarım beğenirsiniz💚
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda düşler ülkesi, sevgilim [Sooshu]
RandomMürekkeplere karışmış dudak boyaları, bir ince saç teli ve bir tutam sevgi.