Seray'a sevgilerim ile...
***
Lyon garının bulunduğu meydana doğru, iki eliyle tuttuğu bordo bavuluyla yürüyordu Soojin. Başına taktığı saten eşarbını çenesinin altında tek düğümle bağlamış, dizine kadar uzanan eteğinin üzerine beyaz gömleğiyle yakışık sıkı bir yelek giymişti. Kahverengi ökçelerinin yerle temas ettikçe çıkardığı takırtılar kulağına doldukça tekrar tekrar farkına varıyordu: Sevgilisine kavuşacaktı.
Düşük kahverengi ökçeler dile gelseydi heyecanlarını onlar dahi haykırırdı. Onlar da sevinçliydi elbet. Sahipleri iki gün evvel, içindeki mühlik hislere daha fazla tahammül edemediğinden sevgilisini -beş günlüğüne bile olsa- görmek uğruna memleketine, biriciğinin havasını soluduğu o yere, gitme kararı almıştı. Şimdi bu gaye uğruna attığı adımları ufak bir çocuğunkinden farksız biçimde hızlı eş zamanda heyecanlıydı.
Saat sabahın dördü idi. Soojin gara yaklaştıkça içinde bir alev büyüyordu. Çok emindi ki daha iki gün öncesinde küçük bir kıvılcım olan bu alev, Soojin sevgilisine yakınlaştığı her vakit daha da azamileşecekti. O minik kıvılcımın koca bir yanardağa dönüşecek kadar gideceği yolu vardı zira Soojin'in. Uzun, upuzun bir yol bekliyordu önünde. Mümkün olsaydı uzaktan tek adım atılsa ulaşılacakmış gözüken dağların üstüne koca adımlarıyla basar öyle aşardı bu sevimsiz, usandırıcı mesafeyi. Fakat mektuplarında da belirttiği gibi, bazı şeyler gerçek manada olanaksızdı.
Tren garına gireli çok olmamıştı. Etrafı kolaçan etti. Saniyeler sonra aradığını buldu. Bilet kuyruğuna girip bekledi bir süre. Yine fazla vakit geçmedi ki en yakın trene, dört on yedi trenine, aldı biletini. İçindeki coşku yirmi sekiz yıl boyunca yaşadığı hiçbir hisse benzemiyordu. Paris'e ayak basalı ilk kez yüzünden hakiki bir tebessüm gelip geçti. Elindeki sarı kâğıda uzunca bir vakit baktıktan sonra dudaklarının hizasına getirdi, saliselik bir duraksamadan sonra kırmızı rujunun bulaşacağı kaygısından uzak minik bir öpücük bıraktı. Bu bileti oraya vardığında Shuhua'ya verecekti. Shuhua'nın kıymetli koleksiyonunda bulunmaktan Paris'ten getirdiği onlarca küçük şeyden bu sarı bilet de nasibini alacaktı.
Bir lahza başını kaldırıp göğe uzattı, kesintisiz baktı. Bir bulutu menekşeye benzetti. Shuhua menekşeleri sulamıştır, diye geçirdi içinden. Nedense oradaki hiçbir çiçeğin ölmediğine, ölmeyi geç kurumadığına son derece emindi. Shuhua hayat veriyordur onlara, diye düşündü. Tıpkı bana yaptığı gibi nefes dağıtıyordur her birine.
Shuhua çiçekti, Shuhua denizdi, Shuhua gökyüzüydü, Shuhua gözlerinin altındaki bendi, Shuhua şu anda dudağındaki kırmızı rujuydu, Shuhua bir kiraz çiçeğiydi. Ama en çok Soojin idi. Bir Shuhua en çok bir Soojin idi.
Bu muhakemeler Soojin'in kafasını dolduradursun dört on yedi treninin vakti gelmişti. Anonsun sesi istasyonu inletince bir kez daha yüreği ağzında attı Soojin'in. Paris'e son kez dönüp bakmak aklının ucundan dahi geçmemişti. Özleyeceğini sanmıyordu, nasılsa geri gelecekti. Bu sebeple kapıdan içeri girerken ardına bakmadı. Pencere kenarına oturdu, eşarbını çıkardı. Saçlarını düzeltip başını cama yasladı. Vakit geçmek bilmiyordu.
Yolculuk uzun olacaktı. Soojin yumruğunu göğsüne bastırıp daha fazla bu ritimde atmaması için baskı uyguladı. Sabrı sanki son zamanlara ulaştıkça daha da zorlanıyordu. Kalbi, yediği yumrukla da akıllanmayınca derin bir iç çekti. Başını koyduğu camdan dışarı baktı. Yaklaşık yirmi dakikanın sonunda tren hareket etti. İşte, dedi içinden. 'İşte bir adım daha ve bir adım daha, bir adım daha, birkaç adım daha, yol tükenecek. Soojin, Shuhua'ya gidecek.' İçinden bu gibi bir sürü çocuk heyecanıyla dolu diyaloglar kurdu. Sevinci, heyecanı gözlerine dek ulaşıyordu. Heyecan gibi duygular benim yaşımda biri için uçuk duygular aslında, diye düşündü. Fakat bu düşüncesi Shuhua'yı nar çiçeği kazağıyla hayal edişine dek sürdü. Tekrardan onu görmenin heyecanıyla dolup taştı yorgun yüreği.
Tren harekete geçeli bir saati çoktan geçmişti. Soojin'in gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Hatta uykunun yemyeşil bahçesine atlamadan önceki son düşüncesi; eğer uyursam vakit daha çabuk geçer, düşüncesi idi.
***
Shuhua ellerini uzatıyor, tek hamlede yanına çekiyordu Soojin'i. Gözyaşlarının arasından bahar süzülüyordu. Bilmeyenler yargılardı o kadar gözyaşını. Ne gereği var derler idi. Kimisi de şaşırıp kalırdı o kadar gözyaşı nereden geliyor, nasıl birikti? Kurumuş bir okyanusu doldurabilir miyiz bu gözyaşlarıyla? Bu gözyaşlarının dolduracağı okyanusa da 'hüzün' adını verirdik.
Shuhua, Soojin'i öperken gözyaşları her yere dağılıyor lakin dudaklarının arasından sızmıyor bile. O kadar kenetlenmiş ki iki dudak su bile yenik düşüyor. Bir lahza dudakları ayrılmak zorunda kalıyor. Shuhua ağlamaya devam ediyor. Ellerini uzatıyor Soojin'e fakat korkunç bir güç buna engel oluyor bu kez Soojin de ağlıyor. Gözyaşları artık bir kuru okyanustan taşıyor. Shuhua yüzme bilmiyor, gözyaşları Shuhua'nın boynuna dek geliyor. Soojin bağıramıyor fakat çok ağlıyor. Ağlamasa bu kadar su birikmez ama ne yapsa ne etse gözyaşları dökülmeye devam ediyor.
Neden bu kadar çok gözyaşı düşüyor?* Shuhua hüzün okyanusunun derinliğinde kaybolunca Soojin diz çöküyor suyun içinden toprağa ulaşıp upuzun bir çiçeğin gövdesini koparıyor...Soojin soluk soluğa gözlerini açtı. Etrafta anlamsız bir telaş vardı. Karşı koltuğundaki kadın çocuğunun başına kendini siper etmiş gözyaşı döküyordu. İnsanlar dehşet içindeydi. Kimisi koşuyor kimiyse oturduğu yerden sessizce ağlıyordu. Daha gördüğü rüyanın tesirinden çıkamamışken gözünün önündeki bu görüntü, içinde bir yerleri çok fena rahatsız ediyor.
Oturduğu yerden kalktığı sırada sağır edici bir gürültüyle trenin bir vagonu patladı. Soojin kaskatı kesildi. Ne tarafa olduğunu bilmediği hâlde koşmaya başladı fakat çok geçti. Bulunduğu vagon öncekinin milyon katı bir gürültüyle patladı.
Yeryüzündeki her şey o an durdu. Nehir akmayı bıraktı. Kuşların V şeklinde gökyüzünde süzülenleri yere çakıldı. Bir bebek doğacaktı doğmadı, çamlar devrildi, ormanlar yok oldu. Shuhua'nın son mektubu posta kutusundan bir daha asla giremeyecek şekilde uçup gitti. Kısacası zaman akışını kesti.
Soojin'in derisindeki korları söndürmeye Shuhua'nın hüzün okyanusundan damlalar gerekiyordu lakin o sadece bir rüyaydı, Shuhua asla bir okyanus kadar ağlasın istemezdi Soojin. Ama bu kez istiyordu. Yanmaması lazımdı. Shuhua'yı son bir kez de olsa görmesi gerekiyordu.
Fakat olmadı. Ne Shuhua ağladı ne de okyanuslar söndürdü Soojin'in yanan bedenini.
Shuhua her şeyden habersiz dere kenarında çimlere uzanmıştı. Soojin'i düşünüyordu. Siyah bir kurdele takmıştı saçlarına olacakları biliyormuş gibi hüzünlüydü. Bir lahza derenin karşı tarafında bir karga çığırdı. Garipti. Orada daima güvercinler kanat çırpardı.
Havanın serin olmasına karşın güneş tepedeydi, peki. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Shuhua yattığı yerden doğruldu, yüreği sıkıştı bir an. Anlam veremiyordu olanlara. Tamamen doğrulup evin yolunu tuttu. Yer yer koşarak gidiyordu. Ara sıra kaşlarını çatıp ardına bakıyordu. Kargaların sesi korkunçtu, görüntüleri de.
Eve vardığında masanın başına oturdu. Kalemin ucunu mürekkebe bulayıp boş parşömenin üzerinde denedi. Yazıyordu. Ardından kelimeler kendiliğinden döküldü. Evet, Soojin'e yazıyordu. İlk kez mektubuna cevap alması bu kadar uzun sürmüştü. Mektup ulaşmamış olabilir miydi? Bunu çok düşünmüştü lakin sürekli aklına eski mektuplar geliyordu. Birkaçında yine Soojin'in cevap vermesi uzun sürmüştü.
Shuhua ne kadar yazarsa yazsın içindeki boşluk büyümeye devam ediyordu. Bir insan yüreğinin bünyesi hangi ağırlığı taşıyacak kadar güçlüydü? Tonlarca demir vardı yüreği üzerinde. Boşluk hissi tonlarca demirin ağırlığı ile birdi şimdi.
Ağlamaya başladı. Gözyaşları parşömenin üzerine düşüverdi, siyah mürekkebi dağıtıp kelimeleri okunmaz hâle getirdi. Son gücüyle tekrar kalemine sarıldı Shuhua. Zar zor şu satırları yazabildi:
O bahar; küllerin denize döküldüğü gibi sen dökülüyordun içimden, yüreğimden, gözlerimden.
____________________________________
*: BTS- Your eyes tell
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda düşler ülkesi, sevgilim [Sooshu]
RandomMürekkeplere karışmış dudak boyaları, bir ince saç teli ve bir tutam sevgi.