Sevgilim Shu,
Mektubuna geç eriştim. Yine de seni temin ederim ki okuduğum gibi yanıt yazmaya çalıştım. Diyeceklerim seninkilerden biraz bağımsız olacak fakat anlatmam gereken mühim bir hadise yaşandı. Onu anlatmadan evvel sana olan yoğun özlemimden dem vuracağım. Biliyorum her defasında söylüyorum bunu fakat sen yine de ilk kez işitiyormuş gibi davran. Yoksa ben burada, küçük otel odasında, senin sarf ettiğin kelamları tek başıma okurken yoğun bir sevgi karmaşasının altında tek başıma ezileceğim.
İnsanın kağıdı ve kalemi hariç bir dostu olmaması ne demek biliyor musun? Kimi kimsesi olmaması, evinden sürgüne gönderilmiş gibi hissetmesi. Yine de bahsi geçen "sürgün" ortamının verilen cezayı hafifletmek adına rengarenk bahçelere ve bembeyaz bulutlarla sarılı bir gökyüzüne sahip olması... Bunlar bana acı geliyor.
İçimde derin bir huzursuzluk hâkim. Seni üzmek değil amacım. Yalnızca nasıl desem... Bu huzursuzluğun altını bir şekilde doldurmam gerek ve ne yaparsam yapayım olmuyor. Beni Tanrı'n bellerken çok erken davrandın belki de. Bu kadar hatası olan, kendi hislerini anlamaktan aciz olan (lakin anlamak için cidden çabalıyorum) bir varlık senin Tanrı'n olamaz ki.
Barındırdığın yoğun hislerini, bana yüce sıfatlar yakıştırarak getiriyorsun dile. Bunu görebiliyorum. Görebiliyorum çünkü aynısını ben de yapıyorum. Süslü sözlere aman vermeyeceğim bu kez. Hissettiklerimi en yalın hâliyle dökeceğim kağıda. Kâğıt bu kez isyan etmeyecek, edemeyecek.
Sana olan sevgimi kıskanıyor bu kâğıtlar. Gülme, ciddiyim ben. Çoğu çöpe gidiyor. Birkaç şiir karalayıp çöpe atıyorum. Ve nedense ağaçtan yapıldıkları hep onlar çöpteyken geliyor aklıma. Bu aşk beni duyarsızlaştırıyor mu, ne dersin? Katılsan iyi edersin çünkü aşk gibi uçlarda yaşayan keskin bir varlığın her zaman iyi yanları olamaz. Hatta çok zaman kötü yanları iyiden fazladır. Zaten onu bu kadar cazibeli ve ulaşılmaz kılan da bu ya işte. Elimizin altındakileri sevebilseydik "açgözlülük" kavramı yaratılmazdı, pardon "aşk" diyecektim. Velhasıl aynı yola çıkıyorlar.
Biraz gergin başladım sanki ha? Evet zira denk geldiğim o mühim hadise zihnimi allak bullak etti. Aşk'tan bir adım uzaklaşıp sevgine yaklaştım. Sevgi güvenlidir, sevgi üstündür aşktan. Bizim seninle aramızdaki bağ da sevgiyle başladı. Zamanla tutkuyla harmanlandı ve sonuç: Biz.
Ulu Tanrı'm! Mühim olayı anlatmayı unutacağım. Neyse. Binanın birinden bir genç atladı geçtiğimiz günlerde. Ve ben buna şahitlik ettim. Hâlâ üzerimdeki tesiri azalmış değil. Hâlâ şoktayım. Ve çok tuhaf hissediyorum. Genç adamın atlamadan önceki sözleri kulağıma kazındı. Ne yapsam ne etsem zihnimden uçup gitmiyor.
"Ben sevmeyi sevdim." dedi. "Aşkı sevdim. Gözlerindeki tutkuya eriştiğimde bundan sonraki hayatımda hiçbir amacım olmadığını fark ettim. Beni amaçsız bıraktın, aşkıma karşılık vererek yaptın bunu. İnsanın nefes almaya devam etmesi için bir sebebi olmalı ve sen beni bu sebepten yoksun bıraktın. Sakın ardımdan ağlama. Gelme de. Benim aşkıma verdiğin karşılıkla kal bu dünyada. Ben gidiyorum. Bulutlara uçup yıldızlara konacağım. Sakın gelme ardımdan."
Elbette ki bu sözleri o kadın işitemedi. Zira adam boşluğa konuşuyordu. Gördün mü Shu? Aşkın ne kadar korkunç olduğunu gördün mü?
Ama sevgi saftır. Masum ve beyazdır. Art niyetsiz, uçsuz bucaksız bir temizliktedir. Tırnaklarının ucundan saçlarının dibine dek yoğun bir his besleyebilmektir. Yalnızca beraber kahkaha atabilmek değildir kanımca. Parmağın kanasa bunun acısını sevgilinin de hissedebilmesidir. Bu şekilde soyut bir durumdan somut bir örnek verdim ama sen anladın beni biliyorum.
Ben, sen iki ay boyunca hasta yattığında seninle beraber ağlamıştım örneğin. Eş zamanda dere kenarında bağdaş kurup öylece akan nehri izleyip anneni beklerken ağladığında saçlarını öpe öpe ben de ağladım.
Sana kardeşten, dosttan, aileden öte hisler beslediğimde ve aynılarının senin de bana karşı hissettiğini öğrendiğimde yanaklarım al al olmuştu. Sana olan sevgimden bir tutam dahi azalmamıştı. Hatta yaşamak için sebep bulmuştum. Kıyasım bizim ilişkimizin başkalarıyla olan ilişkileriyle değil. Kıyasım, sevgi ve aşk ile. Aralarında uçurumlar olan ama sınır seviyeleri aynı olan bu iki kavramla var benim derdim.
Neyse ne. Ben seni özledim. Güzel kokunu, tenini. Yakında geleceğim. Bunu biliyorsun. Az kaldı diyorum. (Tabii ki de az kalmadı. Bunlar benim kendimi teselli etmek adına yarattığım kuruntular. Aldırma sen.)
Shu, çocuğumuz olacak. Sana benzeyecek. Her ne kadar bana benzemesini istesen de ben tersini düşünüyorum. İki tane Shu, on tane Shu ve yüzlerce Shu. Sonraki aşama cennet. Keşke soluduğum havada da sen olsan. Keşke saçıma değen rüzgâr sen olsan. Dudak boyam olsan. Sürsem seni dudaklarıma. Ne vakit rengin solsa tazelesem. Seni tekrar tekrar sürsem.
Bunların saplantılı düşünceler olduğunu düşünme olur mu? Beni bilirsin çok kez haddimi aşarım. Fakat bu kez öyle değil. Haddimi aşsam da doğrular bunlar. Şeffaf hislerim bunlar.
Keşke ben olsan Shu. Ben olsan ve seni, benim dudaklarımla öpsen. Tüm çiçekler üzerine bahse girerim ki o hazzı bir kez tadınca bağımlı olacaksın. Kendi tadının tiryakisi olacaksın. Ama seni senden bile kıskanıyorum ya hani. Bu yüzden 'ben' olma düşüncelerini sen pek fazla düşünme. Seni iki kişi öpecekse ikisi de ben olayım.
Keşke sen olsam Shu. Seni bir de senin kalbinle sevsem. Güzelim Shu. Çiçeğim Shu. Şimdilik elveda.
İmza:
Sevgin ve Sevgilin Soojin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda düşler ülkesi, sevgilim [Sooshu]
NezařaditelnéMürekkeplere karışmış dudak boyaları, bir ince saç teli ve bir tutam sevgi.