"Uzaklaştırma aldım."
Sesimin her ne kadar kırgın çıkmasına şaşırmış olsam bile içten içe seviniyordum. Sonuçta bir hafta boyunca okula gelmeyecektim ve bok suratlı Minho'yu görmek zorunda değildim. Bu işte dünyanın en iyi haberiydi.
"Nasıl uzaklaştın? Kim uzaklaştırdı lan seni bizden?"
Changbin'in dizlerime kapanması kadar abartı bir şey varsa o da Changbin'in ağlamasıydı. Sanki ölmüştüm.
"Lee Minho. Birlikte müdürün yanına gittik ve kıçıma tekmeyi bastılar."
"Bir hafta boyunca okulda uyuyacağına evde uyumuş olursun. Böyle düşün ve hiç üzülme." Seungmin her zamanki gibi gerçekleri suratıma acımasızca çarparken Chan'ın getirdiği kurabiyeleri yiyorduk arka bahçede. Tuzluydu fakat güzeldi. "Sen şimdi uzaklaştın ya? Bizde mi uzaklaşsak?"
"Onu nasıl yapacağız Hyunjin?"
"İllegal ne varsa yapalım işte. Sanki dünyanın son saatlerine girmişiz ve birazdan ölecekmişiz gibi."
"Yapabildiğiniz tek illegal şey erkekler tuvaletinde sigara içmek. Artık onu bile yaparken 2 tane 9.sınıf veledi gözetmen olarak kapıya koyup daha çok dikkat çekiyorsunuz ahmaklar."
Felix bize laf soktuktan sonra geriye doğru uzanıp orta parmağını sallarken ne kadar acınası göründüğünden bir haberdi. Bu çocuk asla büyümeyi düşünmüyordu sanırım. Tuzlu kurabiyeden ziyade onun bu hali içimi daha çok baymıştı.
Hyunjin, yanındaki Jeongin'in koluna sırtını yasladı ve oturduğumuz çimene tamamen yayıldı. Bugün bu ikisi çok garip davranıyordu fakat uzaklaştırıldığım için konularda bana epey uzaktı galiba. "Rahatsız ediyor muyum?" Jeongin başını iki yana salladı. "Hayır, iyiyim ben Hyunjin."
"Bakın geçenlerde titan diye bir denizaltı battı. İnsanlar zengin bile olsa bu kafanın içindeki aklı kullanamadıkları sürece ölürler. Biz ise hala boş işlerle uğraşıyoruz."
"Chan ilkokuldan bu yana bizlere ders çalışın, öğüdü vermekten sıkılmadın mı?"
Chan elindeki su şişesini Seungmin'e fırlattıktan sonra ağlak Changbin'in saçlarını eline dolayıp onu sertçe dizlerine yatırdı. "Siz bilirsiniz oğlum. Ben sporcu olup bu tarz derslerle uğraşmayacağım sonuçta." Changbin Chan'ın kolları altında ters dönmüş hamam böceklerine benziyordu. Gülmemek için zor tutmuştum kendimi.
Herkes kendi halinde öğle arası için getirdikleri yemeği yerken Tanrı'nın gazabı hala devam ediyordu. Biraz ileride voleybol oynayan gençlerden birinin fırlattığı top tam buz gibi kolamı yudumlayacağım sırada sertçe kafama inmişti.
Kola yere düşüp tüm üstümü batırdığında kuyruğuna basılmış tavşan gibiydim. "Topunuzu sikeyim piçler."
"Abi özür dileriz."
"Abinizi sikerim lan defolun."
Chan ayağa kalkıp kafamda boşluk yaratan topu yukarı doğru diktiğinde aşağı inmesi bir yarım saati bulmuştu sanırım. "İyi misin Jisung?"
"Ben ne zaman iyi oldum ki?"
Hay, bir dakika. Bu ses bizim gruptan birine ait değildi. Bu ses Tanrı'nın en büyük gazabı olan adama aitti. Bay Lee Minho?
"Hocam?" Hepimiz hızlı bir şekilde ayaklanırken sanki askeriyede komutanımızı karşılıyorduk. Adam öyle korkunç bir belaydı işte. "Sen ne yapıyorsun burada?"
Kafama 10 kilogramlık top inmişti ve bu adam hala burada ne yaptığımı mı sorguluyordu? Ben bunu sikerdim ama. İnsana acıması bile kalmamıştı puştun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessed, minsung
Fanfiction[+18] Jisung: Ne yani, ben sizin kucağınıza mı layığım Bay Lee?