Bu böyle bitmemeliydi.
Biliyorsun.
Çiçekleri kıskandıran güzelliğin ufacık bir kar tanesine yenik düşmemeliydi.
Belki de bu senin için daha iyidir. Ne de olsa yaşamaktan hiç zevk almamıştın.
▪︎▪︎▪︎
"Hani sen bok gibiydin lan?"
Hyunjin'in evindeydik. Aslında bu vakte kadar adı geçen tüm dostlarım seyirci olarak burada toplanmış, ortamın atmosferini aniden değiştiren bize en tiksindirici bakışlardan gönderiyorlardı. Fakat kimse Lee Minho'nun burada olacağını tahmin etmemişti, biliyordum ve şimdi ilgi benden çıkıp sadece onun üstüne toplanmıştı. Oysaki gerildiklerini anlamak hiç zor değildi. Memnun olmamışlardı burada olmasına.
"Derdiniz ne Hyunjin? Ben seni çok ciddi bir şekilde uyardığımı sanıyordum oysaki."
"Egonu siktir et artık." Karnına sarılı beyaz bandajı sıkıca tutup ayağa kalkmaya çalıştığında yüzünü buruşturdu. Muhtemelen canı yanıyordu fakat zerre sikimde değildi açıkçası. "Neden Minho'yu da yanında getirdin?"
"Seni ilgi-"
"Ben gelmek istedim." Yanımdan hızlı adımlarla uzaklaştığında Minho'nun ne kadar öfkeli olduğunu görebiliyordum. Beni uyarmış olmasaydı, gözümü hastanede açmış olabilirdim ve o en çok buna sinirliydi. "Amacınız ne? Arkadaşınıza böyle mi sahip çıkıyorsunuz siz? Vicdan azabından öldürmek, sizin için çocuk oyuncağı olmalı. Fakat sen, sadece bununla kalmayacaktın, biliyorum."
Yakasını kavradı Hyunjin'in. Onun yaralı olmasını önemsemiyordu. Sadece karşısındaki duvara alıp sertçe vurmak, onu bayılana kadar dövmek istemişti. Oysaki Minho'nun ne kadar sabırlı bir adam olduğunu en iyi ben biliyordum. Öfkesinden deliye dönse hala tutunacak sebep arardı, her kimse zarar görmesin, canı yanmasın diye. Fakat ellerim onu durdurmaya şu an yetmezdi. Hyunjin'i korumaya çalışan diğerlerini, eski yerine gönderdikten sonraysa burun burunalardı.
"Jisung'dan ne istiyorsun?"
"Onu çok mu önemsiyorsunuz Bay Lee?"
Dudaklarının birbirine bu kadar yakın olması beni çileden çıkaracaktı neredeyse. Gözlerim dağınık odanın her köşesini turlarken içimdeki yangın yerini ferahlığa kavuşturmamış olsa da beklemek zorundaydım. Bugün her şey bitecekti.
"Ne kadar önemsediğimi en iyi sen biliyorsun Hwang."
"Gerçekten bana neden bunu anlattın?"
"Ne diyorsun?"
Hyunjin kahkaha attığında ben dahil herkes, ona şaşkın bir surat ifadesiyle bakıyordu. Changbin, ellerini tuttuğu Felix'i usulca bırakmış, Chan ve Seungmin'in gerildiğini anlamış ve Jeongin'in gözlerini sımsıkı yumruğunu görmüştüm. Sanki herkes o an başka bir şey düşünüyordu. Yalanlar, iftiralar, dostumdur dinler, diyerek anlattığımız her şey aslında birer oyunmuş. Dehşete düşmüş suratlarından dökülen duygular, benim ölüm sebebimmiş gibiydi.
Minho'nun ellerinden kurtulan Hyunjin, kafayı sıyırmış gibi gülmeye devam ederken çok düşünmedi. Avuçlarının arasından kayıp giden saçını bırakıp masanın üstündeki vazoya yöneldi ve gözünü kırpmadan yere fırlattı. Sonra, tekrar, tekrar...
Her eşya yüreğimden bir parça kopardı, havada savruldu, yere düştü, paramparça oldu. İçimi kanatan bu şey gözlerimden süzülecek yaşların sebebi olurken nasıl demek geldi içimden. Nasıl biz bu hale geldik, arkadaşlığımıza noldu, sözlerimiz koca yalanlardan mı ibaretti hep?
"Biliyordunuz Bay Lee." Minho'nun kaşları çatıldı, cam kırıklarıyla dolu zeminde nefes nefese kalan Hyunjin'in bitkinliğini görünce. "Her şeyi çok iyi biliyordun ama yaptın."
"Ne saçmalıyorsun sen Hyunjin?"
"Beni o gün neden evine çağırdın, ha? Niye gözlerimin içine içine bakarak benim canımı aldın?"
"Kalk ayağa Hyunjin. Sadece saçmalıyorsun."
"Neden?" Zar zor ayağa kalktığında işaret parmağı hiç tereddüt etmeden bana doğru yöneldi. "Yoksa bu aptal fahişeden mi utanıyorsun?"
Sessizliği bölen şey sert ve acımasız bir tokat sesiydi. Ben yüreğimden söküp attığım arkadaşımın kaybına üzülemeden Hyunjin'in başı yana savrulmuş, bardak taşmak için son cümleleri işitmek istemişti. "Düzgün konuş. O ağzın, bir daha asla onu kötülemek için çalışmayacak." Çenesinden kavradığında Hyunjin'in ağladığını daha net görebiliyordum. Gerçi buna inanmak bile bana zor gelmişti. Çünkü o kolay kolay ağlamazdı.
"Bu benim canımı yakmadı, biliyor musun?" Buruk bir ifadeyle gülümsedi. "Sözlerin kadar yüreğime işlemiyor Minho."
"Susmayacak mısın hala sen?"
Başını iki yana salladı. Aralarındaki mesafe giderek daraldığında vücudum kar fırtınasının ortasında kalmış gibiydi. O an herkes yok oldu. Sesleri işitemedim ve parmak uçlarımı turlayan ürperti yüzünden deli gibi titredim sanki. Gözlerimi sımsıkı yumduğumda bu acı bitsin istiyordum.
Dudakları birbirine kapandı. Hyunjin, kana kana suyunu içen bir bedevi gibi Minho'nun alt dudağını yakalarken aklım durmuştu. Rengi gittiğinden midir bilinmez bembeyaz olan elleri onun yanağını sardı ve daha çok çekti bedenine.
Gözlerim bu sahneyi yakalamayı bıraktığında başım aşağı düşmüş, kirpiklerim yaşlarla dolmuştu. En yakın arkadaşım imkansız bir aşkın peşinden koşuyordu ve ben bunu hiç fark etmemiştim. Ona hep güvenen yanım, son kareyi sindiremezken kusmak istiyordum sadece.
Öyle içten öpmüştü ki onu. Söylemekte zorlandığı her cümle, onlara uzak olmama rağmen benim kalbime işlemişti sanki. Aşk, sevgi ya da siz buna ne dersiniz bilmiyorum fakat ben dünyanın nasıl döndüğünü anlamıştım şimdi.
Yaşadıklarımın suçlusu oydu. Ve şimdi sevdiğim adamı sertçe öpmüştü. Başım yerden hafifçe kalktığında ne göreceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Görmekse kalbimi yeniden yakmıştı. Lee Minho nemlenmiş dudaklarıyla bana mahcup bir ifade sunarken dudaklarım aralandı fakat hiçbir şey söylemedim. Sadece olsun, diyebilmiştim içimden. Hyunjin ise son cümlesini söylediğinde evi hızla terk ederek çıkmam, birkaç saniye bile etmiyordu galiba.
"Beni nasıl susturabileceğini gösterdim işte Lee Minho."
■■■■
50 yorum/60 oy!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
obsessed, minsung
Fanfiction[+18] Jisung: Ne yani, ben sizin kucağınıza mı layığım Bay Lee?