akşam saatlerimi tamamen sunumuma verdim. o kadar meşguldüm ki saatlerin nasıl geçtiğini farketmemiştim bile. her şeyi yetiştirmek için yine sabahlamam gerekmişti. bir kaç kez masa başında uyuklamış ve en sonunda da yorgun vücudumu yatağa atmıştım. bir iki saatlik uykuyla sabah erkenden kalkıp derslerime girmiştim. o gün çok fazla dersim vardı ve her biri önemli olduğu için hepsine girmem gerekmişti. minho olmadan resmi tamamlamak istemediğim için ve hocaya yarım kalmış bir çizim götüremeyeceğim için elim boş gitmiş ve bir tomar azar işitmiştim. yığınla ödevi de üstünde hediye vermişti. günüm üniversite koridorlarında koşturmakla geçmişti. ara derslerde felix ve jisung'la yazışıyordum. onların da benden geri kalır yanı yoktu. hatta daha da beterdi. en son ne zaman doğru dürüst uyuduklarını hatırlamıyorlardı bile. felix gözaltında oluşmuş torbalardan şikayetleniyordu. mızmız halini hep komik bulmuşumdur. son dersimden de çıktıktan sonra adımlarımı minho'nun sınıfına çevirmiştim. dün geceden beri onu görmemiştim ve çok ufacık minicik özlemiş olabilirim. sınıftan çıkan insanların arasında onu aradım ama görünürde yoktu. herkes çıktıktan sonra sınıf kapısından içeri uzandım ve odaya göz gezdirdim. sınıf tamamen boştu.
onu sorabileceğim kimse yoktu çünkü hiçbir arkadaşını tanımıyordum. bakışlarımı sınıftan biraz önce ayrılanlara çevirdim. benden biraz kısa olan, açık kahve saçlı gence uzadım. "hey." dikkatini çekmeyi başarmıştım. "minho'ya bakmıştım ama sınıfta yoktu. bu gün derse gelmedi mi?" diye sordum arkamda kalan sınıfı işaret ederek. çocuk bana anlamaz bakışlarla baktı. "minho?" diye sordu. başımla onayladım. "kim minho'dan mı bahsediyorsun?" dedi. "lee minho." diye düzelttim. düşünür gibi oldu. "sınıfta lee minho diye birisi olduğunu sanmıyorum." dedi. anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım. "nasıl yani?" diye sordum. "olmalı ama." arkasından birisi gence seslendi. "bak yardımcı olamadığım için üzgünüm ama gitmem gerek." bir şey diyemeden uzaklaşarak gözden kayboldu. boş koridorda tek başıma kaldım.
"bi tuhafsın bu gün." bakışlarımı kahvemden ayırarak felix'e çıkardım. aklımda hâlâ minho vardı. çıkışta felix bana yazarak yakınlardaki kafede olduğunu söylemiş ve buluşmak istemişti. fakat geldiğimden beri neredeyse hiç konuşmamıştım. felix bir şeyler anlatmıştı ama dinlemekte güçlük çekiyordum. düşüncelerim her yerde gibiydi ve tek bir şeye odaklanamıyordum. "iyiyim. sadece bu sıralar dersler çok yoruyor." istemsizce iç çektim. "biraz da minho için endişeleniyorum." daha önce felix'le böyle oturup da minho hakkında konuşmamıştım. meraklı bakışlarla beni izlemeye koyuldu. "dün gece yanımdan ayrıldı. sanırım bir işi vardı, tam olarak hatırlayamıyorum şu an. hemen döneceğini söylemişti ama hâlâ ondan haber alamadım." diye bitirdim. "numarası yok mu?" diye sordu. duraksadım. numarasını almamıştım. telefonumu aldıktan sonra ilk iş minho'nun numarasını almayı not edinmiştim ama unutmuştum. bunca hafta nasıl hiç aklıma gelmedi diye kendime kızmıştım içten içe. huzursuzca başımı salladım. "hayır." sanki suçluymuşum gibi sesim cılız çıkmıştı. "peki ben tanıyor muyum bu çocuğu?" diye sordu kahvesinden bir yudum alırken. bakışlarımı ona diktim. "nasıl yani?" diye sordum. "daha önce bizi tanıştırdın mı?" anlayamıyordum. "ben... yani hayır? tam olarak tanıştırmadım," cümlemi kurdukça tüm olanlar daha da karmaşık bir hal alıyormuş gibi hissediyordum. minho'yla dönem başından beri birlikteydik ama onu hiç felix ve jisung'la tanıştırmamıştım. aynı ortamlarda bir çok kez bulunmuştuk ama sanki bir türlü denk gelmemişti. "ama sana anlatmıştım." diye ekledim. düşünür gibi oldu. vücuduma bir gerginlik yayılırken yuvarlak masada ileri doğru kaydım. "minho.. minho.." kendi kendine adını tekrarladı hatırlamaya çalışarak. sinirlerim bozulmaya başlamıştı. "evet felix, minho!" diye çıkıştım. "kaç tane minho tanıyoruz? sana anlatmıştım, o gece sinemadayken. hatta jisung da oradaydı, ikinize de anlattım!" sesimin yüksek çıkmasına alışık olmadığı için biraz şaşırarak biraz da endişeli bakışlarla masada bana yaklaştı. "hyun sakin olur musun? sinema gecesini hatırlıyorum. evet birlikteydik ama bize minho diye birisiyle ilgili bir şey anlatmadım." dedi. tüm vücudum sarsılmaya başlıyordu. kendimi kontrol altına almak için zorluyordum. "peki ya o gece sana attığım mesaj?" diye sordum. aklıma en ufak detayları getirmeye çalışıyordum. "eve minho'yla döneceğimi yazmıştım." diye ekledim. masanın üstünden telefonunu aldı ve mesajlar kısmına girdi. o gece yazıştıklarımıza kadar kaydırdı. "bak, burada da minho'yla ilgili bir şey yazmamışsın." dedi telefon ekranını bana gösterirken. dedikleri doğruydu, mesajda sadece 'eve dönüyorum.' yazıyordu. hızla başımı salladım. "hayır." diye fısıldadım kendi kendime. cebimden telefonu çıkardım. yine aynı mesaj; 'eve dönüyorum.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
efialtis | hyunho
Fanficgöklerin kızı, ruhumun tapınağı güzelliklerin en güzeli ophelia inanma istersen yıldızların yandığına güneşin döndüğüne inanma, doğrunun ta kendisini yalan bil, ama seni sevdiğime inan ophelia canım ophelia, beceriksizim şiir yazmakta, içimdekini k...