"oda arkadaşın var mı?" diye sordu felix. katladığım son hoodie'mi de bavula yerleştirip fermuarını kapattım. bakışlarımı yanıbaşımdaki sarı saçlı arkadaşıma çevirdim. sonbahar aylarında bile güneş gibi parıldamayı başarıyordu. "bilmem, ilgilenmedim." diye yanıtladım onu. gözlerini hafif berelterek baktı bana. "yurda gidiyorsun ve oda arkadaşın olup olmayacağına hiç mi bakmadın?" bavulumu duvara kadar taşıyıp yasladım ve sorusuna sadece omuzlarımı silkerek cevap verdim. "akıl sır erdiremiyorum sana hyun." hep söylerdi bunu. arkadaşlığımızın ta en başından beri. bende garip bulduğu şey tam olarak neydi bilmiyordum. sorgulamamıştım da. benim normalin ona garip geliyordu belki de. sanırım şimdi olduğu kadar çocukken de tuhaftım, ki beni hep garipserdi.
felix'le tam olarak ne zaman tanışmıştım hatırlamıyordum. sanırım anaokulundaydı ya da hep tanışıyorduk. en eski anılarımda bile onun yüzünü görebiliyor ve sesini duyabiliyordum. binamızın bahçesindeki çocuk parkında beraber oynadığımız anlar gayet net aklımdaydı. birlikte okula başlamamız, dışarı çıkmalarımız, ara sıra ettiğimiz kavgalar, liseye geçmemiz ve şimdi de üniversiteye başlamamız. hayatımızın neredeyse tamamında birlikteydik. felix'in annesi benim annemle yakın arkadaştı ve sanırım bizim arkadaşlığımızın da temeli böyle atılmıştı. "resimlerini de götürecek misin?" diye sordu. kollarımı göğsümde birleştirdim ve bakışlarını takip ettim. odamın beyaz duvarlarını süsleyen bir sürü irili ufaklı tabloları izliyordu. başımı salladım beni göremese bile. "sanmıyorum," dedim. "yurt yeterince ufak. resimlerimi koyacak yerim olacağını sanmıyorum. burada kalmaları daha iyi." başıyla beni onayladı ve oturduğu tekli yatağımdan kalktı. yatağın kenarında duran, saçları gibi sarı bavulunu benimkinin yanına sürükledi. "jisung'dan haber var mı?" diye sordum. elini arka cebine atarak telefonunu çıkardı. "en son yazdığımda o da toplanmakla boğuşuyordu." mesajlar kısmına girdi ve parmakları ekranda gezdi. gözlerim felix'in parmaklarından odama kaydı ve son bir kez etrafa baktım. son değildi gerçi. elbet yine tatillerde gelecektim. fakat uzun bir süreliğine gelmeyecektim. duvarımda asılı duran tablolarıma uzun uzun baktım. asacak yer kalmadığı için duvarın aşağısına yasladığım resimlerim, şövalemde duran ve tamamlamaya vakit bulamadığım resmim. gözlerim odamın her bir köşesinde gezinirken aşağı kattan annemin sesini duyabiliyordum. bir kaç saniye sonra felix kolumu dürttü. "annen bizi çağırıyor." onu başımla onayladım. bazen bazı şeylerin farkında olmama rağmen görmezden geliyordum.
annem mutfakta bize neredeyse sekiz kişilik yemek masası açmıştı. mutfak tezgahından ardı arkası kesilmeyen bir sürü meze ve yan aperatifler de getirmeye devam ediyordu. "bu kadarına gerek yoktu anne." dedim sandalyemi çekerken. "yurtta aç kalmayacağız sonuçta." annem hiç oralı olmamıştı bile. bir yandan masada kendince eksik olan şeyleri bulmaya çalışırken bir yandan da hızlı hızlı konuşmasına devam ediyordu "olsun, siz yine de yiyin. orada böylesi ev yemeklerini rüyanızda bile bulamayacaksınız. felix sen hyunjin'e bakma, bol bol ye tamam mı?" felix'in sırtını patpatladı. "kesinlikle size katılıyorum anneciğim." diye destek oldu felix. bana gıcıklık olsun diye anneme yalakalık yapıyordu. ikisi bir olup beni teklemeye bayılırlardı. gözlerimi devirip yemek çubuklarımı aldım. annem iki oda arasında fır dönerken yemeğe odaklanmak güçtü. "anne lütfen oturur musun?"
"evet, kendinizi yeterince yordunuz." felix de bana katılınca annem bir şeyler mırıldanıp masadaki yerini aldı. yemek yediği falan yoktu. ellerini kavuşturmuş bizi izliyordu. bize öyle bakıyordu ki sanki yanıbaşımızdaki üniversiteye değil de farklı bir ülkede oxford'a falan gidecektik. "ee felix, annenler bölümünle ilgili memnun mu?" diye sordu. bakışlarım bir anneme bir de bu tarz sorulardan hiç hazzetmeyen arkadaşıma kaydı. felix bildim bileli bilgisayar manyağıydı. bilgisayar oyunları olsun, kodlama olsun, şifre kırma olsun. aklınıza gelebilecek bilgisayarla ilgili her şey felix'in de radarındaydı. jisung'la birlikte sabah akşam bilgisayar başında oyun oynarlardı. basit bir oyun bağımlılığı büyüyerek bilgisayar bölümü seçmeye kadar gelmişti. ortaokuldayken jisung'la bir internet kafede tanış olmuşlardı ve ikisinin oyun sevdası onları bir araya getiren şey olmuştu. ondan sonra da hiç ayrılmadılar zaten. ilk başlarda felix'le ben ikili olarak takılırken, ortaokuldan sonra jisung'la birlikte üç silahşörler seviyesine yükselmiştik. o ikisi matematik dehasıyken benim kafam daha çok sanata basıyordu. onlar bilgisayarla oynarken ben yanlarında oturup defterime bir şeyler karalardım. resim çizmediğim zamanlarda müzikle ilgilenirdim. şanslıydım ki müzik ilgime iki arkadaşımı da dahil etmeyi başarmıştım. lisede birlikte ufak çaplı grup bile kurmuşluğumuz vardı. fakat dersler dolayısıyla müzik kariyerimizin devamını getirememiştik. kendi çapımızda sırf bildiklerimizi de unutmayalım diye pratik yapar gibi çalıyorduk artık. felix'le ben bass gitardan sorumluyken, jisung bateristimizdi. jisung'un bastırılmış öfkesine de en uygun müzik aleti bateri olabilirdi zaten. bizim dışımızda bazı sınıf arkadaşlarımız da değişimli solist oluyordu.
"memnunlar diye düşünüyorum." diye yanıtladı felix. yalan söylüyordu. bilgisayar bölümünü seçtiğini ailesine açıkladığında çıkan kaosu daha dün gibi hatırlıyordum. gizlice seçmişti bu bölümü çünkü ailesi felix'in de kendileri gibi doktor olmasını ve aile sanatını devam ettirmesini istiyordu. fakat felix zinciri kıran halka olmayı seçmişti. "çok sevindim, annenler senin için çok uğraşıyorlar." annem rahatladığını belli ederek gülümsedi. annem de yalan atıyordu. felix'in annesiyle çoktan konuştuklarına adım kadar emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
efialtis | hyunho
Fiksi Penggemargöklerin kızı, ruhumun tapınağı güzelliklerin en güzeli ophelia inanma istersen yıldızların yandığına güneşin döndüğüne inanma, doğrunun ta kendisini yalan bil, ama seni sevdiğime inan ophelia canım ophelia, beceriksizim şiir yazmakta, içimdekini k...