"Yeonjun?"
"Selam."
Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle elini omzuma attı. Yanındaki birkaç arkadaşı anlamsız bakışlarla beni süzüyorlardı.
"Biz buraya her hafta sonu geliriz seni ilk defa görüyorum."
Arkadaki siyah saçlı çocuk araya girdi.
"Yeonjun, kendine yeni bir av mı seçtin?"
Hepsi aynı anda gülmeye başladı.
Omzumdaki elini ittirip gözlerime sinirli bir ifade yerleştirdim. Masayı temizlemeye devam ediyordum. Arkamda beni izleyen bir çift göz hissettim. Dönüp baktığımda epey uzakta duvara yaslanmış elinde viski ile beni izleyen San'la karşılaştım. Tilki gözleriyle her hareketimi takip ediyordu. Göz göze geldiğimizde yalnızca gülümsedi.
"Eğer benimle iyi anlaşırsan işinden sonra benim eve geçebiliriz Wooyoung."
Bana bir adım daha yaklaşıp bu sözleri sarfetmişti Yeonjun. Hiçbir şey söylememeye çalışıyordum. İşim söz konusuydu. Masayı iyice temizledikten sonra arkamı dönüp ordan uzaklaşmaya başladım.
"Wooyoung! Burayı silmemişsin."
Yeonjun'a baktığımda elindeki alkollü içeceği masaya döküyordu.
"Ne yapıyo-"
Sinirimi bastırıp ona karşı gelmemeye çalışarak gidip döktüğü yeri de silmeye başladım.
"Neden beni umursamıyorsun Wooyoung?!"
Sesi yüksek çıkmıştı. Onu umursamamam belli ki sinirlenmesine yol açmıştı. Yanındaki arkadaşları ona uzatmamasını, buna değmeyeceğimi falan söylemeye başladılar.
"Baksana bana!"
Çevredeki birkaç kişi bize bakmaya başlamıştı. San dahil.
"Sen ne sikim olduğunu sanıyorsun da beni umursamıyorsun lan!"
"Ben yalnızca işimi-"
Kolumdan tutup beni yere fırlattı. Kalçamın sert betona çarpmasıyla ağzımdan bir inilti çıktı. Ayağa kalkmak için elimle yere destek sağladım. O esnada görüş alanıma tuhaf bir şey girdi.
Karşımdaki kişi Yeonjun değildi.
"N-ne?"
Hızlanan kalp atışlarımı yavaşlatmak için elimi göğsüme yerleştirdim. Bir işe yaramıyordu.
"NedËn benī uuuūmurŚãmĮyorsuN?!"
Nereden geldiği belli olmayan bir ses kulaklarıma iliştiğinde korkudan bayılacağımı düşünmeye başlamıştım.
Etrafım kıpkırmızıydı. İnsanları seçemiyordum. Ve tabii karşımdaki şey Yeonjun değildi. Simsiyah bir gölge. Sırtında dikenli kanatları olan, sarmaşık misali kolları ve bacaklarıyla ayakta durmakta zorluk çeken bir yaratık. Kafasının şekli sürekli değişiyordu. Bir üçgen bir yuvarlak şeklini alıyor, bazen kayboluyor, bazense bir ayna görevi görüp beni gösteriyordu. Vücudunun her yerinden siyah bir sıvı akıyordu. Üstelik çürümüş yumurta gibi kokuyordu.
Midemin bulandığını hissettim. Siyah, simsiyah bir kol bana yaklaşmaya başladı. Oturduğum yerde geriledim.
"Señ NE sikïmm oldúùúùğunu sañıyørSsun?!"
Bu ses önümdeki yaratıktan gelmiyordu. Sanki kulağımın içinde yankılanıyor gibiydi. Titreyen bacaklarımı kendime çektim. Avazım çıktığı kadar bağırmaya çalıştım. Olmadı. Sesim çıkmıyordu. Tekrar bağırdım, yine sesim çıkmadı. Yalnızca hıçkırıklarım duyuluyordu. Midem çok bulanıyordu ama kusamıyordum. Önümdeki manzarayı görmemek için gözlerimi kapatmayı denedim ama kapatamıyordum. Zar zor ayağa kalkıp kaçmaya çalıştım. Bacaklarım hareket etmiyordu. Tekrar yere yığıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
oneirataxia : woosan
Fanfiction[askıda] Bir Tanrı düşünün; intikam duygusunun verdiği açlıkla kalbinde tek bir beyaz nokta bırakmamış, aşkını öfkeli bir ateşe dönüştürüp sevgilisinin o ateşte boğulmasından zevk alan bir Tanrı. Bir insan düşünün; bütün yaşamları üzerine o tanrıy...