Çok uzun bir balkon konuşması yapmayı düşünmüyorum, öncelikle selam. Hikayeme bir şans verdiğiniz için teşekkür ederim. Seunglix fici piyasada olmadığından ben yazarım dedim ve bir anda hop diye aktı, hikaye kendi kendini yazdı. Biraz karışık gelen kısımlar olabilir komplike karakterler yaratmaya çalıştığım için ama okudukça düşünce yapılarını anlarsınız diye umuyorum. Bu açıklama kısmını yazma nedenime gelirsek; bu sadece Seunglix fici değil. Aynı zamanda Hyunchan da olacak ve ikisine olabildiğince eşit ağırlık vermeye çalışacağım. Muhtemelen bir bölüm Seungmin'in diğeri Hyunjin'in bakış açısından olacak. Zaman çizelgesi de paralel ilerleyecek. Neyse iyi okumalar <3Seungmin
Yaz rüzgarının savurduğu, tepedeki güneşin özenle aydınlattığı altın saçları vardı aklımda. Gülümsemesiyle gerilen dolgun dudakları, kısılan gözleri. Her biri özenle yerleştirilmiş gibi duran çilleri ile tanrının en değerli eseri gibiydi. Daha birkaç saat önce birkaç dakikalığına gördüğüm o kişi, 20 yıllık hayatımda yaşadığım her olayı değersizleştirmişti adeta. Aşk değildi bu, arzuydu, yoksunluktu.
"Seungmin?"
Hyunjin'in sesiyle transtan sıyrıldım. Aramızda dönen konuşmayı hatırlamaya çalışsam da zihnim oldukça yoğundu. Onca filozof ve şairin kafa yorduğu, hayatını adadığı varoluş sebebi arayışı benim için sonlanmıştı.
"Pardon Hyunjin, ne sormuştun?"
En yakın dostum sıkıntılı bir şekilde kalemini dikkatimi tamamen kendine çekmek istercesine birkaç kez eskiz defterine ritmik olarak vurdu. Hyunjin içine kapanık biriydi, yüzeysel kalan ilişkimiz ikimizi de daha rahat hissettirirdi. Konuşmak zorunda kalmazdık çoğu zaman. Hyunjin bir şeyler karalar bense o gün aklıma takılan bir şarkıyı mırıldanırdım. Ancak bugün diğer zamanlardan farklıydı ve kafasını resminden nadiren kaldıran arkadaşım da bunun farkındalığı ile normalden daha sabırsız olduğunu gösteren bir izlenim veriyordu.
"Tanıma ihtimalim olduğunu sanmıyorum, malum, bir tek seninle muhabbetim var. Başkaları da sık göreceğim kişiler değilse yüzlerine bakma ihtiyacı duymuyorum."
Derin bir iç çektim. Bunun farkındaydım elbette ama nasıl bulacağımı, başka kime soracağımı da bilmiyordum. Yalnızlığı tercih eden Hyunjin'in aksine çokça kişiyle sohbetim olmasına rağmen her zaman mesafeli biriydim. Derin ilişkilerden köşe bucak kaçar, zayıflığımı gizlemeyi tercih ederdim. Eğer en iyi yanlarımı yansıtan aynamda bir çatlak bile oluşursa o çatlak kanser gibi durdurulamaz bir şekilde ilerleyip gerisinde parçalara ayrılmış gerçek benliğimı gün yüzüne çıkarabilirdi. Hyunjin'le bu yönden benzer olduğumuzu düşünürdüm hep. Tek fark onun aynasının çoktan çatlamış olmasıydı.
"Sen yine de anlat, belkilerimiz olmasın"
Nasıl anlatırdım? Sonsuz güzelliği basit kelimelere sığdıramazdım ki.
Tekrar ona kaydı tüm düşüncelerim. Ufak elleri başkasının omzundaydı, giydiği minik crop bu hareketi nedeniyle daha da yukarı sıyrılıp ince hatlı belini iyice ortaya çıkarmıştı. Derin bir nefesle bakışlarımı karıncalanan ellerime indirdim yavaşça, onun tenini arıyorlardı, dokunmak istiyorlardı.Elimi görüş alanımdan çıkarıp terden alnıma yapışan saçlarımı geriye ittim. Altında oturduğumuz koca ağaç karşılıksız gölgesini sunsa da Ağustos sıcağından koruyabilecek güce sahip değildi.
"Lepiska saçlıydı." diye başladım söze. Daha fazla zihnimde tıkılı kalsaydım fark edilmesini hiç istemediğim tepkiler ortaya çıkabilirdi. Dokunamadığım her saniye acı çektiren saçlarından bahsetmek de pek yardımcı olmuyordu gerçi.
"Çilleri vardı." Bu kadar minimal betimlediğim için utanarak gözlerimi yumup özür diledim o kişiden, ona ulaşmayacağını bilerek. Gerçekten de mitolojilerde söylendiği üzere meleklerin öpücüğü gibi durduğunu ise Hyunjin'in bilmesine gerek yoktu. Aniden aklıma gelen şeyle parmağımı şıklatıp heyecanla dostumun bacağını sarstım.
"Tabi ya, astragalus vulnerariae, civciv otuna benziyordu." Hyunjin'le bazı buluşmalarımızda bir bitkiyi araştırıp gelirdik. Ne kadar kulağa sıkıcı gelse de anlamları ve mitolojik yerleri büyüleyici gelirdi bize. Arkadaşımın delirmişim gibi bakışını yaklaşık 2 ay önce araştıran kişi ben olduğum için unutmasına yordum. "Temmuz Eylül arası çiçekleniyordu ve yaraları iyileştiren demekti hatırlamıyor musun?" Zamanlamanın mükemmelliği beni bile şaşırtmıştı açıkçası. Hyunjin heyecanım sanki buharlaşıp havaya yerleşmiş gibi geçiştirmek için elini salladı.
"Ne diyorsun anlamıyorum, yanında biri var mıydı? Nerede gördün?''
"Şapka takmış, yapıca iri, boyu bizden kısa duran biriyleydi." Omzuna düşünülmeden atılan eli hatırlayınca gerildim. "Bir sokak yukarıda gördüm ama peşinden gitmenin şimdilik pek doğru olmadığını düşündüm." Söylediğim şeyi algılamasına zaman tanımadan devam ettim. "İngilizce konuşuyorlardı sanırım."
Aklımdan bile geçirmek istemediğim bir olasılık da o kişinin turist olmasıydı, dostum da aynı şeyi düşünüyor olacak ki yüzünü buruşturarak ne söylemesi gerektiğini düşünür gibi kafasını kaşıdı.
"Rastlamadım böyle birine ama çok şaşırılacak bir durum değil tabi ki." Eliyle omzuma destekleyici bir şekilde 2 kez dokundu. "Kader yolunu bulur." Bakışlarını arkasındaki ağaca çevirip, sert çıkıntılarında uzun parmaklarını gezdirdi. "Badem ağacı aşkı ve umutu simgeler biliyorsun." Hafifçe kıkırdadı. Çok sık duyamadığım çocuksu bir gülüşü vardı.
"Ben olmasam bile buraya uğra. Çiçeklerinin ömrü kısadır Eylül'ün sonunda dökülürler." Söyleyeceklerinin sonlandığını belli etmek ister gibi kafasını tekrar resmine gömerken gözlerinden bir anlık geçen kasvetli bakışı yakalasam da şimdilik sorgulamamaya karar verdim.
Her ne kadar söylenilenlere tutunmak istesem de kendi çiçeğini koruyamayan, aciz bir ağaçtan bir beklentim olamazdı.
Hyunjin
Gözlerimi kapatıp yeni biçilmiş çim kokusunu içime çekerken kabuslarımdan kaçışımın hediyesi olan uykusuzluğa teslim olmamaya çalışsam da dengemi kaybedip arkamdaki ağaca sırtımı tosladım. Acıyla istemsizce dudaklarımdan bir inilti kaçsa da odağımı kaybetmemek için çabaladım. Hafif esen rüzgarın çıkardığı yaprakların hışırtıları, biraz ötedeki parkta birbirine tutuşan köpeklerin havlamaları, kuşların şakıdıkları tanıdık melodiler, koşucuların arkasında bıraktığı adımların ritmik sesleri. Hepsini kafamın içindeki siyah kanvasa resmettim, büyülü hayali eserimin yakında bozulacağını bilsem de anı her açısıyla yakalamanın hazzı bir başkaydı. Yavaşça aralanan gözlerimden bütün renkler akıp giderken geride sadece tepemdeki ağacın canlı görüntüsünü bıraktı. Çiçeklerden biri anın çoktan bozulduğunu bildirircesine süzülerek saçıma düştü. Ellerimi yarı ıslak çimen zeminde gezdirerek yeni başladığım depresif romanımı aramaya koyuldum. Karamsarlığın yarattığı beklentisizliği aynı hayatta olduğu gibi kitapta da huzurlu bulurdum. Genelde canavar olarak görülen kötü düşünceler benim gibiler için sığınaktı. Sert kapağı parmaklarımla hissedince özenli bir şekilde kucağıma yerleştirdim. Açılmak üzere olan üniversitenin habercisini saçlarımdan ayırıp kurutmak üzere kitabın arasına sıkıştırdım.
Herkesin sihirbaz olduğu bir gösteride seyirci olmak sıkıcı gibi dursa da sırrı çözüldüğünde her sihir anlamsızlaşırdı gözümde, bazen bilmemek lütuftu. İnsanların birbirlerini parçalara böldüğüne, hayatından puf diye yok olduğuna çokça şahit olmuştum. Üniversitemin ilk senesinde tanıştığım Seungmin de bu sihirbazlardan biriydi. Görünmez duvarlar yaratır sahte suratlar çizerdi üzerine. Etrafını saran duvarlara yalnızca benimleyken eklediği penceresini açıp nefeslenirdi. Ben de onun kadar faydalanıyordum elbette dostluğumuzdan, ne illüzyonel kalabalıktaydım ne de kimsesiz. Boyutsuzluğumu şekillendiren anılarımla sivrileşmeme rağmen yanımdaydı.
Yanımdaki hışırtı sesiyle bir anda kafamı sese doğru çevirip irkilerek kitabı kucağımdan düşürdüm. Bir hayli dalgın gözüken Seungmin ise bana bakmadan yanıma çömeldi.
"Hyunjin, aradığımı bilmediğim birini buldum."