"kara ve deniz diye ayırıyoruz- bir saniye... çöl kara değil ki." dedim ve ellerimin tekini çeneme dayayıp düşünceye daldım. beni dürten arif'ten sonra elimi indirip konuşmaya devam ettim. aklımda kendimce bu soruya bir çözüm bulmamıştım ama. çölleri siyaha mı boyasaydık?
"karada yaşayanlar balık olmuyor genellikle, ki ben çok severim balıkları. keşke bizimle yaşasalardı." diye hayıflandım yüksek sesle. sıraların oradan timur bana söylendi.
"daha önce de gördük ya, fanusa falan koyup eve götürebiliyorsun balıkları!"
"öyle değil zeki, ben onlarla aynı ortamda bulunmak istiyorum. ayrıca küçücük balıkları alabiliyoruz sadece, büyük istiyorum ben büyük."
"git denizde yaşa o zaman!"
hmm, "bunu sonra düşüneceğim," dedim. ve haldun'a saati sordum, en büyüğümüz olduğu için bileceğini düşünmüştüm ama bana,
"sanki saate bağlıyız. sen bugünün ayın kaçı olduğunu bile bilmezsin, neden sordun?" dedi. ensemi kaşıdıktan sonra saçlarımı kaşıdım.
"ne bileyim ağabey? şu kocaman insanlar hep saati sormuyor mu? bir bildikleri var da soruyorlar olsa gerek," dedim, hareketlerine tezat sesim özgüvenli çıkmıştı.
sıradakilerin telefonlarından biri çalmaya başladı, tuşlu telefonu elime alıp hemen kapattım. "ben demedim mi kapatın şunların diye? sonra yakalanınca niye böyle oldu!"
bazıları dudaklarını büzdü, izinlerini almak günlerini de alıyordu bunların. yine de akıllandıkları yoktu. "devam ediyoruz,"
"ya usame, şu düşünce saatlerinden birini yapsak mı bugün? aklımda çok şey var." dedi kâzım yalvaracak gibi olup. onu reddettim. sırası değildi.
"asıl bir konumuz var-" diyecekken talha sözümü kesti. dersin başından beri gözleriyle beni de kestiğini görüyordum.
"senin şu garip tavır ve davranışların." dedi. diğerleri garip bir şey söylemiş tepkisi vermeyince ben de sorguladım.
"ne diyorsun?"
"yani diyor ki," dedi haldun. az önce benzer bir şeyi imâ ettiğni hatırladım. "şu 'kocaman' insanlar gibi davranmaya başladın." dedi, iki eliyle tırnak işareti yaparak. peh, en yaşlımız o iken pek ciddiye alamıyordum onu.
"yok öyle bir şey. normalim işte, ne abarttınız..." dedim. cidden değişik bir şey göremiyordum. sonra kafamı tahtaya çevirdim, bütün bu olanları eve gidip yatağıma yerleşince düşünebilirdim sanırsam. şimdi işlediğimiz konuya odaklanmak gerekiyordu. evet ne diyorduk, coğrafya.
garipliğimden endişelenen çifter gözler ve benim bunu umursamayışım ile geçip giden dakikalar sonunda nihayet güneş kürenin öteki tarafına yollanmış ve ay ise bizdeki mesaisine başlamış sayılırdı. etrafı beraber toparladık ve herkes evlere dağılırken talha'yla evlerimize doğru yanyana yürümeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
öykü, roman'ın anlattığından bi'haber
Short Storygörmezden gelinenler. bir kitapta görmezden gelinen önsöz, görmezden gelinen sokak lambalarının ışığının vurduğu pencereler, küçük çaplı bir dükkanın tabelası, müzedeki tablonun açıklaması, yazarın hisleri, okurun düşleri, sınıftaki sessiz çocuğun d...