zülâl hanım yine dükkanımdaki günlük rutinini eda ettikten sonra, yine her zamanki gibi, koşar adımlarla muhtemelen evidir diye düşündüğüm bir yere gitmeye başladı. o gider gitmez arkasından yine bizim pileli etekli ikili geldi.
"pişt süleyman, bu kadın ne aldı bugün söyle hele." dedi kırmızılı olanı.
"ya abla ne alacak, burası tuhafiye dükkanı ya! bu gördüğün ıvır zıvırlardan almıştır işte."
bu dediğimle şöyle bir etrafa çevirdi gözünü, sonra yanındaki yeşilliye döndü."yok yok," emin olduktan sonra bana baktı. "bu kadın bir işler çeviriyor. sana cilve yapıyor olabilir mi?"
kaşlarım çatıldı, aklıma kadının tavırları geldi. "yahu yok, yüzüme bile zor bakıyor. ne cilvesi?"
"utangacı oynuyor kesin." dedi yeşilli.
"kadın kaçarak çıkıyor diyorum hatice abla, hem Allah aşkına ben cilve yapılacak adam mıyım? öyle yan gözle bakar bir hâli yok, hatta evli diye bildim ben onu." gittikçe karşımdakilere benzemeye başladığımı fark ettiğimde onları nazik bir şekilde dışarı yolladım. gitmeden önce bana ayıp olmasın diye kenardaki tozlanmış mumlardan ikişer tane alıp parayı ödediler. asıl ayıp söyledikleriydi oysa ki.
elime bir oymak alıp dalgınca elimde döndürmeye başladım. aslında ben de merak ediyordum, normal bir müşteri gibi davranmıyordu o kadın. daha önce bir iki müdavimim olmuştu ancak onların sebepleri belliydi, en azından belli etmişlerdi. şimdi ise niyeyse dükkandan ateş varmışçasına kaçarak çıkan bir müşterim vardı. birkaç kez acaba mekânın kokusunda bir sorun mu var diye endişelensem de öyle olmadığı da belli oluyordu, klasik bir kokuydu sadece. kadın zaten benimle aynı ortamda bulunduğu sürece iki kelimeyi bir araya getirip sarfetmemişti. ne sorunu olduğunu soramıyordum, yanlış bir şey söyleme ihtimalimden hazzetmezdi belki, ben de öyle. dükkanın dışında onu hiç görmedim, görebilseydim en azından bazı sebepler bulabilirdim. ama yok...
elimdeki oymağı yine tezgâha bıraktıktan sonra içeri yeşil eteğiyle hatice abla girivermişti. gözlerimi kısıp ona bakarken konuşmak üzereydim ki acelesini farkettim.
"süleyman, yangın çıktı süleyman!"
son derece şaşırarak yerimden hareketlenirken nerede ve ne zaman sorularının cevabını almıştım. askıdan ceketimi alıp giydim ve içinden anahtarı çıkardığımda hızlıca dükkanın kapısını iyice kilitledim. hatice ablayla sokağın sonuna koşarken ben önden gidiyordum, yükselen dumanları da gördükçe nefeslerim gittikçe kesikleşiyordu. sonunda eve ulaşıp içine düşünmeden girdim, çoktan itifayeciler gelmiş ve ortalık sadece duman ve öksürük içinde kalmıştı zaten. ceketimin yakasıyla yüzümün yarısını kapatırken merdivenleri adımladım, o esnada burayı tanımadığımı fark etmiştim.
kapıya geldiğimde açıktı, yavaşça içeri girecekken bu girişimime engel olundu. "süleyman daha fazla girme, masken bile yok. tehlikeli." dedi necip ağabey. hatice ablanın ağabeyiydi.
"nasıl oldu bu? yaralanan falan var mı?" dedim kısık sesle. hâliyle nefes almakta zorluk çektiğimdendi.
"yok. kimse yoktu zaten evde, çaydanlığı falan bırakmışlar herhalde."
çaydanlık mı?
"tanıyor musun ağabey sen bu evdekileri?"
"yok." diye cevap verdi. içeriden birkaç kişinin çıkışına çevirdim gözümü, üstlerinde üniforma vardı yani itfaiyeciler olsalar gerekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
öykü, roman'ın anlattığından bi'haber
Storie brevigörmezden gelinenler. bir kitapta görmezden gelinen önsöz, görmezden gelinen sokak lambalarının ışığının vurduğu pencereler, küçük çaplı bir dükkanın tabelası, müzedeki tablonun açıklaması, yazarın hisleri, okurun düşleri, sınıftaki sessiz çocuğun d...