IX|Umutsuz

819 45 11
                                    


Monako'nun deniz kıyısında, Arthur ile beraber, uzun bir koşunun ardından gün batımını izliyorduk.
İkimiz de bir süre konuşmamayı seçmiştik çünkü bu perşembe hiç olmadığı kadar yorucuydu.
Bu perşembe geçmiyordu, bu perşembe hiç olmadığı kadar canımı yakıyordu.

Bazen ne yapacağını bilemez ya insan, öylece gecenin bitmesini ve güneşin karanlığı aydınlatmasını bekler. Ağlamak ister fakat bir damla olsun akmaz gözlerinden, kalbi ağrır.
Sahi, güneş çıkınca geçer mi karanlık, yoksa sadece zihninde bir yerlere saklanıp güneşin çekilmesini mi bekler?
Kalp ağrımak için her zaman gecenin gelmesini mi beklerdi?

İnsanın aşk diye adlandırdığı neydi peki? Kalbinde bekleyen bir umudu birisinin gelip o küçücük yaşam belirtisini yakıp kül etmesine göz yummak mıydı?
Neydi ki aşk, gelmeyecek birisini beklemek miydi? Ya da sırf gülüşünü izlemek için başkasıyla mutluluğunu izlemek miydi? Sadece mutlu olmasını istediğin için başkasıyla, arkadaşım dediğin insanla beraber olmasını ve onu sevdiğine dair tek kelime etmeyeceğine dair yemin etmek miydi aşk?

Monako'nun tekne ve yatlarla kaplı denizinin ötesindeki güneşin batmasını izlerken Nora'nın kalbimdeki yerinin bir dost özleminden fazlası olduğunu yeni yeni fark ediyordum. Her zaman daha fazlasıymış, yeni fark ediyordum. Bu bana acı veriyordu, umutsuz bir bekleyişti çünkü, biliyorum. Zaten acılar kendini göstermek için en savunmasız olduğunuz zamanı beklemez mi?
Zaferlerimi armağan etmek istediğim kadın, benim Kupa Kızı'm, şimdi başkasının kollarındayken bana en büyük yenilgiyi hissettiriyordu.

Anlamları derin kelimeler birikmiş yıllardır içimde, konuşamamışım.
Denizleri öyle bir zafer kokuyordu ki doğduğum, büyüdüğüm yerin. Yıllardır her gün bu denize zafer sözü vererek içimde özlem biriktirmiştim.
Şimdiyse bir kadın, verdiğim bütün sözleri çiğnettirmişti. Bütün kurallarımı hiçe saydırtıyordu ve ben buna alışamıyordum. Nasıl bu kadar imkansız görünürken hayalini kurdurtabiliyordu bana?

"Ne düşünüyorsun?" Arthur'un sesiyle ufka dalmış gözlerimi birkaç kez kırpıp ona baktığımda, esen hafif meltemin yüzümde bir soğukluk bıraktığını fark ettim, bir ıslaklığın soğuğa maruz kalması gibiydi. Ağlıyor muydum?

Ona yalan söylemenin bir manası yoktu çünkü en derinde sakladığım duyguları bile anlayacak kadar fazla vakit geçirmiştik onunla. Kardeşimdi neticesinde.

"En sevdiğin kişi gözlerini yaşlarla seni çaresiz bırakan mıdır Arthur?" diye mırıldandığımda Arthur'un şimdiden bir şeyler anladığını fark etmiştim.

"İmkansızı mı buldun Charles?" dediğinde yanaklarımdan süzülen yaşları elimin tersiyle silip laciverte dönmüş gökyüzüne baktım gülmeyi deneyerek.

Bu perşembe gerçekten zor geçiyor, yıldılar sönük gibi.
Bu nasıl bir lanetti böyle?
Yıllardır görmediğim, sadece birkaç kelimeden oluşan muhabbetimizle, varlığımı umursamayan bir kadını nasıl arkadaşımdan kıskanabilirim?

Beraber değildik belki ama ben onun yaşadığını düşünerek büyümüştüm. Fakat şimdi başka bir aşkın kazancıydık.

"Yeni fark ediyorum," diye mırıldanabildim hafif bir tebessümle.
"İçimde biriktirdiğim özlem aşka dönüşmüş Arthur. Ne yaparsam yapayım geçmez ki."

Arthur'un çatılmış kaşlarıyla yüzüme baktığını hissettim.
"Sen aşıksın bir kere, o değil ki."

Omuz silkip "Engel mi?" dedim.
Nefes almak güçleşiyordu sanki.
Aşk bu muydu?

Gülümsemeyi denedim.
Eskiden kolaydı gülümsemek, şimdi işkence gibi.
"Olmaz Charles," diye fısıldadı Arthur. O da biliyordu imkansız olduğunu.

"Kaç yıldır silemediğimi nasıl silmemi beklersin şimdi?" dedim bir sinirle.

Güneş gökyüzünden silinirken tekrar sessizleştik. Genellikle beni ağlarken görmezdi Arthur, kimse görmezdi. Alışkın değildim ağlamaya.
Charles Leclerc ağlamazdı ki.

Arthur'un telefonuna bildirim gelince yerinde kıpırdandığını hissettim, muhtemelen cebinden telefonunu çıkarıyordu.
Birkaç saniyenin ardından derin bir nefes alıp oflayarak bıraktığında bir sorun olduğunu fark ettim.

"Ne oldu?"

Telefonu bana çevirdiğinde gözlerim ekranda donakaldı. Lando'nun sosyal medyada paylaştığı bir fotoğraftı. Nora kahkaha atarken Lando onu izliyordu ve birisi onları çekmişti. Yutkunmayı denedim, bana getirdiği tek şey boğazımda oluşturduğu acıydı.

Bazen sadece izlemek düşer ya insanın payına, gelmez elinden bir şey.
"İmkansız ve umutsuz Charles."

Hiçbir şey söylemeden geçen birkaç dakikanın ardından telefonumun çaldığını duyunca burnumu çekip şortumun cebinden telefonumu çıkardım.

Gördüğüm isimle derin bir nefes alırken ekranı meraklı bakışlarla bekleyen Arthur'a çevirdim.

Emily...

Arthur ellerini kaldırıp 'Ben bilmem' dercesine baktığında derin bir nefes alıp telefonu açtım.

kurgu saçma bir hal aldı he

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

kurgu saçma bir hal aldı he

lost on you, charles leclercHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin