Kalbimin durgun bir katran bataklığını andırdığını söylemiş olsaydım, hiç şüphesiz çocukluğumun katili olan bir geçmişin enkazından beni tek çırpıda alan yıllarıma ihanet etmiş olurdum. Yaşam uğruna verdiğim çabalar yürüdüğüm yolda yol rehberim olmuş, beni ızdırabın oklarını saplandığı kalbin sahibine çevirmişti. Yıllar içinde hayatımın iki kısma ayrıldığını çocuk halimle farketmiştim.5 yaşıma kadar.
5 yaşımdan sonra.
Altıncı yaşımı hastanede kollarım, bileklerim, bacaklarım alçıda geçirmiştim. Hayatım boyunca hiç görmediğim büyüklükte pembe bir pasta önüme koyulmuş; bu pasta senin doğum günü pastan, hadi üfle! denilmişti. Daha en sevdiğim oyuncağın ne olduğunu bilmediğimden farklı boyut ve türlerde hediyeler almıştım. O yaşımda 'Cennet nerde ve nasıl olur?' diye sorsalardı hiç düşünmeksizin hastane odası derdim çünkü; o hastane odasında defalarla ölümle yüzlemiş, fiziki acının farklı türlerini yaşamış olsam da, hayatım boyunca hiç görmediğim sevgi ve mutlulukla tanışmıştım.
Ailem sayesinde.
Eskiden bildiğim tek mutluluk çikolatalı dondurma yemekken her tarafım alçı içinde geçirdiğim zaman diliminde haketmediğim saadetliliğin bir gün bitmesi düşüncesi 6 yaşındaki bana eziyet ediyordu. Fakat karşıma hiç beklemediğim bir hayatın kapısı açılmış ve beni aniden içine almıştı. Sanırım küçüklen mucize dediğim kavram eninde sonunda beni bulmuştu.
Çocuklar genelde 5-6 yaşlarını hatırlamazmışlar, fakat o yaşlarındaki acıları hatırlamakla kalmaz, hissederler. Acılarım ve korkularım hâla aynıydı, hâla kabuslarım annem denen kadının eziyetleriyle süslüydü.
Ailemse geçmişi bana unutturamazdı, sadece daha güzel bir gelecek için kolları sıvamışlardı.
Sapancı ailesi yaralarımı sarmış, üstüne çiçekler ekmişti. Öyle çiçekler ki, koparılması imkansız, sulanmasa, tazelenmese bile kuruması imkansız.
Anne, babama; anne baba demem hastane odasından başlamış, abimlerle aramızdaki ilişkiler ise eve yerleştiğimde daha da güçlendi. 6 yaşlı Cansu önüne her koyulan bir tabak yemekten sonra evde teşekkür konuşması yapar, ardından anne, babasından 'çocuklar yemek için anne, babalarına teşekkür etmemeli, çocuklarının karnını doyurmak anne ve babaların görevleridir' konuşması dinlerdim. Bu duruma ayak uydurmam birkaç ay sürmüş, kolaylıkla aileme ısınmıştım. Bir anda kendimi üç abim için de korunması gereken kız kardeş konumunda bulmuştum.
Sapancı ailesinin hiç kız çocuğu olmaması ağabeylerimle aramızdaki ilişkiyi tuhaflaştırmıştı çünkü onlar önceden bir kız kardeşe sahip olmadıklarından küçük bir kız kardeşe nasıl davranılması gerektiğini bilmiyorlardı. En son bir birlerine yaptıkları koldan bacaktan tutup kanepeye fırlatma oyununu benimle de oynamayı teklif ettikten sonra oyun esnasında beyin çalkalanması yaşadığımı hatırlıyorum. Oldukça komik bir durumdu çünkü ben 'beynim zıplıyor' diye kanepeye yapışıp kendimi dizginlemeye çalışırken onlar başımı daha fazla kımıldatmamak için beni kanepeyle beraber bahçeye, annemle babamın yanına çıkarmışlardı. Annemle babamın şaşkın ve korku dolu nidaları eşliğinde bir şey olmadığını anlamış, kanepe ile beraber tekrar eve taşınmıştım.
5 yaşımdan sonraki hayatımı tek sıfatla özetleyecek olsaydım bu mutluluk olurdu.
Hastanede her gece abim Çağatay'ın bir gece ansızın geleceğini düşünerek uykuya dalırdım ve her sabahımı o olmadan açtığımda rutubetli geçmişimi süsleyen abimi biraz daha unutuyordum. Gün geçtikçe onu içimde öldürmüştüm kendim bile farketmeden çünkü; abilerin kız kardeşlerini neyin pahasına olursa olsun yalnız bırakmadıklarını ağabeylerim sayesinde iyice anlamıştım. Yani, gelmek isteyen bir türlü gelirdi. Bu sebepten hayatımda artık ne yüzünü bulanık hatırladığım Çağatay'a ne de bugünüme zarar verdiğini hissettiğim geçmişimden tek parçaya yer yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CANBAHİS
Roman d'amourKusurla başlayanlar serisi. Annesi tarafından küçükken kalbi durana kadar dövülüp çöpe atılan Cansu onu çöpten alıp, sevgisini vererek büyüten ailesi ile mutluyken birden geçmişinin karanlık surlarının arkasında sakladığı babası çıka gelir. Onun ke...