Dünyanın en zor hissi; kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur. / Dostoyevski
"Zamanla tanırsın insanları..."
"Gerçeği görür nefreti tadarsın zamanla..."
"Günler geçer saymazsın..."
"Sonu yokmuş gibi yaşarsın..."
"Geceler mezar olur dalarsın uykuya..."Kulağını neredeyse delecek olan şarkıyı mırıldanırken tempolu bir şekilde koşuyordu sabahın ilk ışıklarında İstanbul sokaklarında. Bank görünce soluklanma ihtiyacı hissedip geçip oturduğunda birbirine karışan dalgaları izlerken gözlerini kapatıp Gölyazı'da olmayı hayal etti. Bedeni burada olsa da ruhu hep doğup büyüdüğü yerde, Gölyazı'da olacaktı. İçindeki aitsizlik hissi annesi tarafından zorla ağacın tepesinden indirilip yalvar yakar conconların kenti İstanbul'a getirildiğinden beridir içini yakıp kavuruyordu. En çok da koyan babasından kilometrelerce uzakta olmasıydı. Bir gün çıkıp gelse, onları bulamasa... Bu düşünceyle sımsıkı kapattı gözlerini. Annesine defalarca anlatmak istediği şey buydu. Babasına en yakın yerdi onların bekleme durağı. Doldurduğu gözlerini açıp derin bir nefes aldı ve daha fazla düşünmemek için müziği sonuna kadar açacakken kulaklarına dolan araba sesine çevirdi başını. Etrafta kimsenin olmayışının verdiği rahatsızlıkla hızlıca kalkıp uzaklaşmayı tercih etti. Arkadan ona adım adım yaklaşan sesleri es geçti.
"Zeynep... Zeynep..." son kez güçlü bir tonda "Zeynep!..." diye bağırdı kendine ve kolundan çekilip onunla yüz yüze gelmek durumunda kalmıştı.
"Yalan söyledin..." dedi nefesini yüzüne yaklaştırarak. Zeynep duyduğu hisleri bakışlarının ardında gizledi ve yanağını gururla kıvırarak tebessüm etti. O ân, aynı onun gibi konuştu o gün kendine yaptığını yüzüne vururcasına.
"Sen de inandın..."
Bir Ay Önce
Ayak altında kalan son parçaları da bavuluna aceleyle eklerken bir yandan da Necla teyzenin sırf bulamayıp gidemesinler diye oturduğu koltuğun altına sıkıştırdığı biletleri gözden kaybetmemek için çantasının içine attı. Komşularının yardımıyla eşyalarını topladığında tek iş - ki bu da en zoru- Zeynep'i de alıp gitmekti. Zamanla iyice kötüleşen durumları onu dükkanı satıp iyi bir yaşam kurmak için İstanbul'a yerleşmeye itmişti. Tabi bunda en yakın arkadaşının da emeği vardı. Hep fedakâr bir anne olmuştu. Şimdi de kızının geleceği için onu en iyi okullarda onun da lafzıyla İstanbul'un en iyi lisesinde okutacak, kızına yaşanılabilir bir hayat sunmak için gerekirse sabahlara kadar çalışacaktı. Duyulan melodi sesiyle hayal âleminden çıkıp ekranda gördüğü yazıyla tebessüm edip melodiye son verdi.
"Alo, Demet'cigim, her şey yolunda mı?"
"Yolunda yolunda..."
"Zeynep nasıl?"
"Eşyalarını topluyor odasında çok heye-..." derken odasına girdiğinde bavula yerleştirilmeyen eşyaları görünce sinirle iç çekti. "Heyecanlı..." diyerek tamamladı lafını bozuntuya vermemeye dikkat ederek.
"Aa, çok sevindim. Endişeleniyordum bayağı gelmeyecek diye." derken kapısı çalındı Jale'nin. Neşeli bir ses tonuyla "Gir..." dedikten sonra ekledi. "Bak, okulu çok sevecek göreceksin." içeriye giren genç çocukla gülen suratı solarken Demet'ten karşılık geldi. "Jale'ciğim, benim kapatmam lazım şimdi." Genç çocukla gözleri kesişen Jale "Al benden de o kadar... Zeynep'i öp benim için..." diyerek kapattı telefonu ve başladı yakınmaları dinlemeye.
"Hocam bu sabah okuldan biri arabamı çizmiş. Şoförüm arkadan görmüş. Kumral, 1.70 falanmış boyu."
"Bunları bana neden anlatıyorsun Kerem?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVİM
Teen FictionZeynep ve Kerem'in Güneşi Beklerken 1. bölümdeki karşılaşmalarından farklı şekilde tanışıp zamanla ait oldukları yerleri sahiplenip benimsemelerini konu alır.