Kendime ithaf ediyorum.
14 Ekim Çarşamba 2015
Donuk bakışlarımla buluşan can sıkıntısı, içimde bir yerlerde sessizce ağlayan çocuğa karşı gelip susturdu yenik düştüğüm hatıralarıma dokunmamaya özen göstererek. Çocuk, yaramaz bakan ama uslu duran çocukluğunu berrak bir su gibi yansıtan gün batımı gibi kızarmış küçük gözlerinin altındaki ağlamaktan dolayı oluşan kendisi gibi minik olan şişlikleri yine temiz yüreği kadar temiz elleriyle ovuşturdu. Usul usul ağlayan çocuğun yumuşak sesi, zihnime çarpan kesik kesik yankı ile birleşen soğuk sesiyle beraber ani bir değişimle kesilince bir anda sessizlik çöktü anılarımın mahzenine. Çocukluğunu yaşayamamış belki de yaşamamış olduğuna kanıt gibiydi kirlenmemiş parmakları. Can sıkıntısının yapıştığı gözlerimin buz gibi bakan kısmı irkildi sessizlikle. Çocuk susmuştu ama bu sefer başka bir ezgi dökülüyordu yaralı dudaklarının arasından, derin nefesiyle eşlik ettiği sessizliğin senfonisine. Alışık olmadığım bu suskunluk, bir avcının avını avlamadan takındığı, zaferi hissedeceğini bilerek kestiği sesini andırıyordu. Kırptığı gözleri hayata açılan perdeyi gölgeleyecegini sanarak, bilmeden, korkarak kendine ürettiği çözümdü. Ölüm sessizliği gibiydi bu. İşe yaramadığını anladığında tükenen göz yaşları yağmur olarak indi zihnimin içine. Anılarım bile sessizce içinden son duasını eder gibiydi. Yağmuru seviyordu çocuk; ılık göz yaşlarından farklı olarak soğuk damlaları yüreğine iniyordu onun. Ama ne av vardı ortada ne avcı. Sanki yüreğine serpilen su gibi yeterliydi bu ona. Oysa gereksizdi bu sessizlik; alışmıştım sonuçta ben beynimdeki yankılara, zihnimin yaşayan hatıralarına. Tekrar çalkalanmaya başladı her zamanki gibi sisli zihnimde, bir anı. Hissiyatım neden kayboldu düz yokuşlarda? Tekrar, hareketlerini hissettim anın; bu sabahtı.
Kız kardeşimi evden çıkarırken mutlu yüzüne kondurduğum yeterince sevecen olmayan, olamayan öpücüğümü gördüm, hissettim. Peki ya zihnimin uğultusu neden son bulmuştu?
Ben ne zaman boğulduğum düşünceli halimden çıkıp küçük kardeşimi yüzündeki gülümseme için hayallerinin yüzdüğü, umutlarım gibi harabe parkta oynatsam, düşünceler uğraşacak bir aktivitem olmadığı için hücum ederdi aklıma. Sıkılırdım ve cansızdan farksız bedenime yapışmış geçmişimin can yakan karanlığı hiç bıkmadan, usanmadan tutsak ederdi beni ızdırap veren soğukluğunda. Şimdi ise derin suskunluklarına verdiğim dikkatimi toparlayıp kardeşimle yüreğimin en sıcak ve tek sıcak olan tarafıyla ona gülümsemeye başladım. Gerçek gülümsememe alışık olmayacak kadar düzleşmiş dudaklarıma sinsice yandaşlık eden acının hüküm sürdüğü çatık kaşlarımı düzeltebilecek güce sahip kız kardeşim en son oturttuğum salıncakta, yumuşacık görünen, bembeyaz bulutlara değme hayaliyle bir ileri bir geri hareket ederek hızlanmıyordu. Çünkü eski ve bakımsız salıncağı doldurmuyordu ufak bedeni. Sesleri düşünmeye başladım bu sefer. Demek zihnime yerleşen ayaz , paslı demirden gelmeyen gıcırtı sesleriyle beraber kesilen zihnime ait acımasız sesleri haber veriyormuş buz saçan bedenime. Belki bir anlam çıkarmam gerekiyordur: Harekete geç.
Yeni aklıma gelen kardeşim sadece düşüncelere daldığım iki dakika içinde nereye kaybolmayı başarmıştı ki? Suç mu arıyorum? Damarlarımda dolaşan kanıma eklendiğini hissettim garip bir heyecan dalgasının. Can sıkıntısı buz gibi bir endişeyle savrulmuştu acıyla, nefretle yanan insanların kavrulan sokağına. Tedirginliğim hükmederken kendime olan kızgınlığıma, midemin bulandığını hissettim uzun zamandan sonra hissederek. Gözlerim deli gibi hareket ederken korkuyla karışan endişemi hissederek ayağa kalkmıştım istemsizce. Karşı binadan çıkan bir hareketliliğe tanık oldu korkunun sardığı kahverengi gözlerim. Görüntüyü dondurduğumu düşünerek zamana dönmeye çalıştım. Boğuştuğum zincirlerime diktiğim gözlerim, ruhuma bağlı olmayan demir parçalarını anladı sonunda. Gördüğüm gerçekten de donup kalmış bir bedendi. Ama bu; ölümün nefes verdiği soğuktan değil, faltaşı gibi irileşen gözlerinden yansıyan aksi gibiydi. Donup kalmış küçük bedeni taradı gözlerim. Elinde patlak topla; gözleri kapkara, kirleneceği belli kara yüzünü çevirdiği noktada gözünü ayırmadığı görüntüyle binanın önünde duruyordu korkunun kölesi olan gözleriyle.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GRİ
Teen FictionYasak bir evliliğin olmaması gereken sınır tanımazı... Gri'nin doğduğu yerde başkan olan Şah'ın kaçırılan bebeği Zümra... Yokoluşçuların Varkoluşçulara başlattığı savaşın sebebi, her şeyden habersiz genç bir kız; Elis... Varlığı öğrenildiğind...