Saçlarımın dalgasını elimle hafif dağıttım, kendimi eksik bir şey var mı diye kontrol ettim. Saks mavisi degaje yaka ip askılı arkası ipli bağlamalı mini bir elbise, bebek mavisi süet bir stiletto ve açık mavi bir kol çantası takmıştım. Genelde aynı renk kombinlemelerim ve stilettolarım beni tamamlardı. Gözlerim öne çıksın diye saks mavisi farımı eyelenir gibi sürmüştüm, farlarımı hep böyle kullanırdım. Gözlerimi daha çok ön plana çıkarmayı severdim, çünkü göz rengimi seviyordum. Genelde hep mavi, yeşil veya elalar çok özel sayılırdı ama ben kahverenginin de ayrı bir güzelliği olduğunu düşünürdüm. Kendimle barışıktım ya da öyleymişim gibi kandırıyordum, bedenime ve beslenmeme karşı uyguladığım bu gaddar tavır çok kendiyle barışık bir insanın uygulayacağı gibi değildi.
Yine bir hayatı sorgulama anım geliyordu, bunu kafamdan attım. Şuan düşünmem gereken aşağıda beklettiğim adamdı, erken hazırlanan bir kız değildim asla; aile evi istisnaydı tabii. Babamın diline düşmemek için erkenden hazırlanırdık, o kadar boşboğazlıydı ki. Başımıza her şeyi kakar, en mutlu anlarımızı bile burnumuzdan getirecek bir neden bulurdu. Tabii evde bir koşuşturmamın olmadığı için daha çabuk hazırlanıyordum ama okuduğum şehirde aynı olmuyordu, kendimi düşünmemek için edebileceğim kadar meşgul etmeye uğraşıyordum. Tabii, herhangi bir boşlukta kendimi düşünürken buluyordum. Aşırı düşünmek çözülmesi gereken büyük bir hastalıktı, kurtulmam gereken. Ben niye bu kadar düşünüyordum? Bazen ilgilendiğim bir şeye ara verince oturuyor, saatlerce düşünüyordum; zamanın geçtiğini fark etmeden. Yine aynısı oluyordu, aynanın karşısında dikelmiş boş boş bakıyordum. Muhtemelen Han, biraz daha beklerse vazgeçecekti. Telefonumu çantaya atıp odamdan çıktım, evin kapısını kapatıp merdivenlere yöneldim. Apartmandan çıkınca karşımda onu gördüm, elinde çiçek ile beni bekliyordu.
Bu, bu... Romantikti? Sanki hiç bekletmemişim gibi içten gülümsemeyle bana bakıyordu, beni süzmeye başladı. Ben de onu süzdüm, saçları yine aynı özenle taranmış, sakalları aynı boydaydı. Açık mavi bir gömlek, saks mavisi bir takım elbise ve elinde kırmızı gül buketiyle beni bekliyordu. Yanına vardığımda, yalandan mahcubiyetle gülümsedim.
"Çok bekletmedim umarım."
Kaşlarını kaldırarak gülümsedi ve omuz silkti.
"Daha yeni geldim sayılır zaten."
Bu aramızdaki klişe diyaloga hafifçe kıkırdadım. O da mütevazi bir gülümsemeyle elindeki buketi bana doğru uzattı.
"En sevdiğin çiçeği bilmiyordum, ben de kadınlar gül sever diye bunu almak istedim. Bir hanımefendiyle eli boş buluşmak olmazdı."
Uzattığı gülü kibarca geri ittim, kaşları sorgular gibi çatılmıştı.
"Ben çiçeklerin dalında güzel olduğunu, düşünürüm. Onları kişisel zevk için koparmak pek benim düşünceme uymuyor, onları seversen dalında koklayarak veya izleyerek sevmelisin ve en sevdiğim çiçek sümbüldür. Onları da dalında severim; koklarım, okşarım ama koparmaya kıyamam."
Şaşkınca bana bakıyordu, düşüncelerim garip gelebilir veya farklı yorumlanabilirdi ama ben doğaya, hayvanlara karşı borçlu hissediyordum ya da mahcup. Onlar milyarlarca senedir buradaydı; biz onların gelip düzenini bozmuştuk, çoğu kişi bizi onların ağırladığını anlasa dünya daha farklı olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Philophobia (Daddy Issues +18)
Romansa"Her şeyi bilip haddini bilmiyorsun küçük kız." Alayla söylediği şeye karşın kollarımı bağdaştırıp bilmişlikle sırıttım. "Ben hiçbir zaman haddimi bilmem." Kafasını gülerek sağa sola salladı ve yavaş adımlarla yaklaştı. Dibime kadar geldiğinde konu...