Gemideki ikinci günü ilginç başladı Yunho'nun.
"Köyün ne durumda? İnsanlar güvende mi?" Mingi daha güneş doğmadan Yunho'yu uyandırıp onu soru yağmuruna tutmuştu.
"Doğruyu söylemek gerekirse köyüm diye bir şey kalmadı. Kral Kiha öldükten sonra Prens Mingi ortalardan kayboldu. Yönetim boş kalınca iç savaş çıktı. Ailemden kimse kalmayınca bende köyden kaçtım." Mingi'yi tanıdığını belli etmeyi düşünmüyordu Yunho.
"Prens Mingi niye kaçtı?" diye sordu Mingi. Köyde onun hakkında nasıl düşündüklerini merak ediyordu.
"Bir çok söylenti var. Ama mantıklı bir açıklaması olduğuna eminim." dedi dürüstçe.
Rahatsız edici bir sessizlikten sonra Mingi yeniden konuştu.
"Kaptan seni atmadıysa sende ciddi bir potansiyel görmüştür. Bunu hafife alma." Ciddi ciddi baktıktan sonra devam etti. "Dün gördüklerine benzemiyoruz normalde."
Odanın kapısı güm diye açılıp içeri dalan Wooyoung, Mingi'yi görünce şaşırdı.
"Kahvaltı yarım saat sonra başlıyor demek için geldim. Buraları bilmezsin. Aç kalma diye gelmiştim. Gidiyorum ben siz rahat rahat konuşmaya devam edin." Kapıyı arkasından kapayarak sessizce odadan çıktı Wooyoung.
"Özünüzde kibar insanlarsınız." dedi Mingi'ye dikkatle bakarak.
"O Wooyoung'a has bir özellik. Empati yeteneği." dedi Mingi umursamazca. Araları tekrar sessizleşince Mingi odadan çıkmak için ayaklandı.
"Umarım seni suya atmamızı gerektirecek bir hareket yapmazsın." diyerek odadan çıktı. Çoktan uykusu açılmış olan Yunho Mingi'nin arkasından bir süre kapıya baktı. Ardından dün Wooyoung'un onun için getirdiği kıyafetleri giydi. Aynada kendisini kontrol ettikten sonra gemide ufak bir gezintiye çıkma kararı aldı.
Gemide yürürken hissettiği güçlü enerji onu kendisine çekiyordu. Çekildiği yerde gördüğü simya odası onu büyülemişti. Hayatında hiç bu kadar büyük bir simya odası görmemişti. İçerideki kişileri rahatsız etmeden sessizce oradan ayrıldı. Geminin güvertesine çıktığında uzunlamasına bir masa kurulduğunu gördü. yaklaşık 50 kişiyi alabilecek masada oturan her yöre ve ırktan insanların olması Yunho'nun çok hoşuna gitmişti. Boş gördüğü tek yere oturacakken Hongjoong'un onu yanına çağırmasıyla yanına gitmişti.
"Sevgili mürettebatım günaydınlar! Sizlere yeni ekip arkadaşınızı tanıştırıyorum. Tongyeong'tan Jeong Yunho."
Yüksek sesli bir kutlamanın ardından Hongjoong'un oturup Yunho'yu da oturtması ile kahvaltı başlamıştı. Uzun zaman sonra keyifli bir sofraya oturmak Yunho'ya iyi gelmişti. Kim bilir, belkide Yunho ailesini bulmuştu.
Yemekte Yeosang Yunho'ya yapacağı işleri anlatmıştı. Aldığı görev Yeosanga yardımcı olmaktı. İlk günden işleri gayet kolay kapmıştı. Hatta Yeosangla iş bölümü yapıp günün işlerini çabucak bitirmişlerdi. Hongjoong'un odasına çağırılana kadar oldukça huzurluydu.
Odaya girip ayakta bekledi Hongjoong'un konuşması için.
"Otursana." gelen emirle önündeki sandalyeye oturdu Yunho.
"Tek cevap. Hangi soydan geliyorsun? Kurt adam feromonun yok. Gece kimse ısırılmadığına göre vampirde değilsin. Şifacı mısın? Büyücü mü? Koruyucu mu?"
"Şifacıyım." dedi Yunho.
"Güzel güzel. Güçlü bir şifacıya ihtiyacımız var gemide. Ve senin auran çok sert." dedi Hongjoong. "Ne zamandan beri şifacısın? Bana hayatından bahset biraz. Gemiye aldığım kişileri yakından tanımayı severim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERBARİAN- YUNGİ
FanfictionKöyündeki isyanlara dayanamayan Jeong Yunho köyünden kaçma kararı alır. İçindeki hislere güvenerek bir korsan gemisini izlemeye başlar. Kim bilebilirdi köyündeki isyanların başkaldırıcısı prens Song Mingi ile aynı gemiye düşeceğini. Ömrünü Mingi'yi...