one: a little jealousy

124 5 5
                                    

"Akşam bendesin, biliyorsun, değil mi?" Levi gözlerini ekrandan çekmeden söze girdiğinde Lydia'nın bakışları tek bir saniye bile kaybetmeden ona odaklanmıştı. "Önemli. Hem çocuklarla tanışırsın."

Levi'a eşlik etmeyi seviyordu. Etkinlik ne olursa olsun. Aslında bir etkinliğe ihtiyaçları bile yoktu, ikisi yere uzanıp saatlerce tavanı izleyebilirlerdi. Beraber olmaları yeterdi.

Böyle hissetmesinin absürt olduğunun farkındaydı. Tüm bunların iki arkadaş için çok fazla, bunun doğru kelime olduğundan bile emin değildi, olduğunu düşünmüyor değildi. Çoğu zaman daha fazlası olmayı istiyordu ama açgözlü olmaktan korkuyordu.

Açgözlü insanlar her zaman kaybederdi çünkü. Halihazırda ellerinde olanları bile.

"Seninleyim, Levi. Ne zaman çağırdın da gelmedim?"

Omuz silkti genç adam. "Bilmem, belki unutmuşsundur diye..."

"Unutmam." Bugün Levi için önemli bir gündü, doğrusu Lydia da en az onun kadar heyecanlıydı. Tüm hayatını beraber geçirdiği en yakın arkadaşı sonunda hayallerine kavuşmuş, İngiltere'nin en iyi takımlarından birinde profesyonel olmuştu. Yıllar süren mücadelesinin onunda bir şeyler kazanmıştı. Bu, kutlanası bir şeydi ve Lydia ne olursa olsun orada olmalıydı.

Yine de kendini bir parça kötü hissediyordu. Oradaki hiçbir insanı tanımıyor olmasının yanı sıra, bir eklenti olarak görülme ihtimalinin yarattığı stres göğüs kafesinin daralmasına neden oluyordu. Elbette bunları Levi ile paylaşmayacaktı, bu güzel günü yersiz endişeleriyle gölgelemek planları arasında değildi.

"Ne giyeceğime, hatta makyajıma bile karar verdim." Kıkırdadı kendi kendine. Normalde plan yapmaktan nefret ederdi. Spontane bir insandı, özgürlüğüne oldukça düşkündü. Anlara değer verirdi. Tam da bu yüzden her zaman anlık hislerine göre yaşamış, karar vermişti. Yalnızca söz konusu sevdikleri olduğunda ince eleyip sık dokuyordu. Kendisi tökezleyebilirdi ama sevdiği insanların yolu her zaman açık olmalıydı çünkü.

Levi "Çok güzel görünüp başımı belaya sokma," diye mırıldandığında ne dediğini tam anlamıyla duyamamıştı.

"Hm?"

"Teşekkür ederim." Kahveleri Lydia'nın deniz gözlerine değerken yüzüne oldukça ciddi bir ifade hakimdi. "April bu kadar uğraşmazdı."

İç çekti genç kadın. Kollarını çok da uzağında olmayan bedene dolarken hızlanan kalp atışlarını görmezden gelmişti.

April'ı iyi tanıyordu. Kardeşini ne kadar sevse de bunu gösterme konusunda pek de becerikli olmadığını bilecek kadar. Levi buna içerlediğini nadiren belli ederdi, o yüzden ona sevildiğini hissettirmek istemişti.

"Senin için nerede olmam gerekiyorsa orada olurum, Levi. Biliyorsun."

"Biliyorum." Kıkırdamasından ötürü titreşen göğsü Lydia'nınkine çarpmıştı.

"Heyecanlı mısın?"

"Pek değil." Göz göze geldiklerinde kendini düzeltti. "Biraz... Bilmiyorum aslında. Uzun zamandır bunu bekliyordum ve..."

"Şimdi gerçekleştiği için amacını kaybetmiş gibi hissediyorsun." Cümlesi kendisinin bile beklemediği kadar kusursuz bir biçimde tamamlandığında hayranlık dolu bakışları Lydia'nın çehresinde gezindi. Bedenleri az öncekine kıyasla birbirinden uzaklaşmıştı ancak genç kadının kolları halen boynuna sarılıydı.

"Bazen beni bu kadar iyi tanıyor olman korkutucu oluyor."

Elbette bu bir şakaydı. Levi, Lydia'nın hayatında bulunduğu her saniye için evrene minnettardı. Her zaman sorumluluklarını bilen ve hedefi için çalışan biri olmuştu ama sorunsuz bir kişilik olduğu söylenemezdi. Kırılgan bir yapısı vardı. İşler istediği gibi gitmediğinde zıvanadan çıkabiliyordu ki bu, sık gerçekleşen bir şeydi. Lydia tüm bu anlarda yanında olan, onu yargılamadan dinleyen, anlamaya çalışan, arkasını toplayan -belki de- tek kişiydi.

home | levi colwill & ben chilwellHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin