20.Bölüm: Değirmen Taşı

225 52 2
                                    

Keyifli okumalar...

***

Haftalar sonra boğazımdan geçen şarabın midemi ısıtan hissiyle dudaklarım kıvrıldı. Tek seferde kafama diktiğim bardağı bir denizci gibi masaya vurup garson kızdan yenisini isterken han sahibine odalarımızın parasını ödeyen Ripreus'un dikkatinin üzerimde olduğunu biliyordum.

Ama umurumda değildi. İleticim bana istediği kadar onaylamayan bakışlar atabilirdi, kesinlikle bu gece sarhoş olacaktım. Semender Yolu'ndan ayrılıp kuzey doğuya seyahat ettiğimiz zaman boyunca sıcak havanın, insanların ve şarabın yokluğunu çekmiştim. Aradan geçen haftaların ardından sonunda Şarlatan'ın istediği kan gülü ile Hilda'nın evinden ayrılabilmiştik.

Kefaret kafesinin zehrinin tahminimizden daha güçlü çıkması –her şeye rağmen Hilda yetenekli bir şifacıydı- planladığımızdan daha geç yolculuğa çıkmamıza neden olmuştu. Kötü kokulu merhemler, mide bulandıran şifalı karışımlar ve kanlı kesikler geride kalmıştı.

Şimdi tenimden birkaç ton açık renkteki basit izlerden ibaretlerdi. Hala yara izlerimi görmek beni gerse de Hilda söz verdiği gibi yüzümde –sol kaşımın üzerindeki kesik- iz kalmamasını sağlamıştı. Şimdilik bu da benim için yeterliydi.

Damarlarıma yayılan alkol ile neşe beni aynı anda sararken etine dolgun, otuzlarındaki cilveli garsonun yan masadaki müşterilerden birinin kucağına oturduğunu gördüm. Birbirlerine utanmazca dokunup kahkaha atarken Kırmızı Fener'de görmeye alıştığım manzaraları yeniden görebiliyor olmak beni eğlendirdi.

Hiçliğin ortasına sürgün edildikten sonra eve dönmek gibiydi.

Tahta sandalyemde geriye yaslanıp ahşabın gıcırdamasına neden olurken hanın kalabalık ortamındaki sesleri memnuniyetle kucakladım. Ben buna alışıktım. Sarhoş kahkahalar, çaktırmadan dönen kurnazlıklar ve dizginlenmeden yapılan kurlara.

Ripreus sonunda yanıma gelip odanın parasını ödediğini ilan ettiğinde, aklımdan yoksunlukla geçen günlerden sonra saray entrikaları ve daha fazlasına dönme fikrinin bile yağmurlu bir günde bulutların ardından göz kırpın güneş gibi hissettirdiğini geçiriyordum.

İleticim içtiğim dördüncü – tamam belki de yedinci- bardağı elimden kapınca ona itiraz edip ''Hey!'' diye bağırsam da dudaklarından ''Senin için odana bir küvet getirmelerini istedim.'' kelimeleri dökülünce hareketini sineye çekmekte zorlanmadım.

Ripreus ayağa kalkmam için tepemde beklerken sandalyemi itip ona istediğini verdim. Ta ki başım deli gibi dönüp kıkırdamama neden olana kadar. Esmer eli havalanıp hızla beni belimden yakaladı.

Savrulup burnumun göğsüne gömülmesine izin verdiğimde kokusu beni sarmaladı. Yolculuğumuzun eseri tozun altında ona has çelikle karışmış gece açan çiçeklerin nemli kokusunu aldım. Sisli zihnim bu karışımdan hoşlandığını bildirip inlememe neden oldu.

''Tibertia dik durabilir misin?''

Duyduklarım ile gözlerimi kırpıştırıp dayandığım bedenden uzaklaştım. Ripreus'un obsidiyen küreleri beni değerlendiriyordu. Sanırım beni omzuna atıp –daha önce sarhoş olduğum seferlerde öyle yapmıştı-üst kattaki odama kadar taşıyacaktı. Midem bu fikir ile kasılınca ''Ah güçlü barbarım hemen de beni yakaladı. Ama bu leydi yürüyebilir.'' dedim. Göğsüne elimle pat pat vurup beni bırakmasını talep ettim.

Neyse ki isteğimi yerine getirdi. Hanın salonu biraz yatıktı ve cilveli garsonun hemen yanında bir ikizi vardı. Ama yürüyebilirdim.

Pampas'ın sırtında olmaktan kalçalarımın ağrıdığı, sıcak bir banyonun tutkularımın en esaslılarından biri olduğu hakkında gevezelik yaparken sağa sola sallansam da merdivenlere ulaşmayı başarabilmiştim.

ŞARLATANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin