---
Önümde duran kahvem soğumuştu. Boş boş bardağa bakıyordum. Bir elim masanın üzerinde, parmağımla adeta ritim tutar gibi vuruyordum.
Arkadaki eski radyomdan gelen eski bir Türkçe şarkı beni mest ediyordu.
'Ne yalnızlık, ne de yalan, üzmesin seni.
Doğarken ağladı insan, bu son olsun, bu son.'Yerimden kalktım ve radyoyu kapattım. Evim dağınıktı ve toplamam gerekiyordu. Nerdeyse 7 aydır atanmayı bekliyordum. Edebiyat Öğretmenliği benim en çok istediğim meslekti. Ruhuma işlenmişti edebiyat, kitaplar, resimler, müzik...
Evimi derleyip toparladıktan sonra koltuğa oturdum ve tekrar boş boş duvara bakmaya başladım. Sıkıcı bir gündü ve ben sıkıcı günleri hiç ama hiç sevmezdim.
Gitar, gitar çalmak istiyordum. Bu harika bir fikirdi. Uzun zamandır da çalmamıştım. Ancak gitar onun evindeydi. Hem bana anahtarı da vermemişti? Her an tekrar girip eşyalarımı karıştırabilirdi.
Hemen olduğum yerden kalktım ve üzerime güzel bir şeyler giyindim. Beyaz sade bir crop, altına mor desenli kısa bir etek. Saçımı da açmış ve kendi haline bırakmıştım. Bu onu tekrar görmem için bir bahane de olabilirdi.
Bir dakika, ben onu neden tekrar görmeyi bu kadar istiyordum?
"Hayır, hayır Leya! Gitmeyeceksin. Bir gün de gitar çalma, sanki ne olur? Gitarist misin? Otur yerinde!"
Kendi kendine konuşma huyum hep vardı ve arkadaşlarım bunun korkutucu olduğunu söylerdi.
Boşuna mı hazırlanmıştım? En azından Alisa'yı arayıp eve çağırabilir ve bir şeyler yapabilirdim. Koltuğun üstünde duran telefonumu aldım ve aradım. Telefon biraz çaldıktan sonra Alisa açtı.
"Efendim?"
"Alisa çabuk eve gel çok sıkılıyorum. Belki bir yerlere de çıkarız ha?"
"Ayy evet! Zaten sıkılıyordum iyi olur. Beş dakikaya ordayım. Kapat kapat."
Daha cevap veremeden yüzüme kapatmıştı. Şapşaldı bu kız. Gülerken telefonu masaya bıraktım ve bizim için biraz atıştırmalık hazırlamak amacıyla mutfağa gittim. Daha dolabı yeni açmışken kapı çaldı. Alisa mıydı? Bu kadar hızlı gelmesi imkansızdı.
Tabii Alisa hızlı ve dakik bir kızdı ama beş dakika diyip 15 saniyede de gelemezdi. Dolabı kapattım ve meraklı adımlarla kapıya yöneldim. Kapımın deliğinden baktığımda karşımda Çağan'ı gördüm. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.
İkinci defa kapıyı çaldığında oflayıp sağa sola hareket ediyordu. Kalbim tekrar hızla atmaya başlamışken daha fazla bekletmeden kapıyı hızla açtım. Bu yüzden kapı burnuma çarptı ve benden bir inilti duyuldu.
Başım zonklarken ve burnumdan da kan gelmeye başlamışken bunları düşünmüyor, sadece ne kadar rezil olduğumu düşünüyordum.
"Leya! İyi misin?"
"Gözlerimi açtığımda çağan telaşlanmış ve gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kollarını bana doğru uzatıp ne yapması gerektiğini düşünür bir hali vardı. Ben acıdan kıvranırken konuştu.
"Gel çabuk gel, burnun kanıyor."
Elimden tuttu ve evime girdi.
Hızlı adımlarla beni banyoya götürdü ve suyu açtı.
"Bekle biraz, kafanı aşağıda tut ve burnunu kemiklerinden sık."
Dediğinin aynısını yaptığımda burun kemiğim fena acıyordu. Bir süre sonra konuştu.