"Serafim! Serafim! Serafim!.."
Kulaklarım uğulduyordu. Binlerce ses, kulak zarımı aşmaya çalışıp beynime ulaşmak isterken bir türlü kat edemiyordu gitmesi gereken yolu. Kulağım sesleri işitiyor lakin duyamıyordu ona seslenen bu coşkulu kalabalığı.
Gözlerim ise önüne bir perde inmişçesine buğulu bakıyordu önüne serilen manzaraya.
En son ne zaman adımın böyle coşkuyla zikredildiğini hatırlayamıyordum...
Ah, elbette.
Hatırımın çok çok gerisinde kalsa da, izi asla geçmeyen o anı nasıl unutabilirdim?..
Fark etmeden anılar zihnimi ele geçirirken direnmedim, direnecek gücü bile bulamadım kendimde.
"Yosef!"
Biri adımı sesleniyordu fakat karanlığa alışmış gözlerim açılmamakta direniyor, beni zor duruma sokuyordu.
"Yosef! Kalksana, seni lanet olası fare!"
Kolumdan çekildiğimi hissediyor ama tek bir harekette bile bulunamıyordum. Bu durum benim sinirimi bozduğu kadar ona da dokunmuş olacak ki nasırlı parmakları kafa derimde hissetmemle havaya kaldırılmam bir olmuştu.
Gözlerim acı içerisinde kıpraştı fakat ağzımdan tek bir kelime dahi çıkmadı.
Hoş, istesem de konuşamazdım ki. Yanaklarıma baskı yapıp derimi tahriş eden ağızlık, bir milim bile açtırtmıyordu dudaklarımı bana. Gerçi buna bir nevi şükretmem gerekiyordu zira bundan çok daha beterlerini de yapabilirlerdi. Tabii, eğer o olmasaydı.
"Henüz ölmüş olamazsın Yosef, daha çekmen gereken çok acı var." Ufak bir gülüş sesi kulaklarımdan zar zor geçerken dişlerimi sıkarak buna da dayanmaya çalıştım. Böyle anlarda her ne kadar her birini yok etmek istesem de son umuduma tutunuyordum. Fakat, şayet herkesin inandığı tanrı denen o varlık gerçekse, tüm bu çabama rağmen ne kadar zorlandığımın farkında olduğunu düşünüyordum. Yine de payıma düşen acıyı çekmem için bana zaman tanıyor gibiydi. Sanki bunlar daha bir hiç dermişçesine, her seferinde daha beteriyle çıkıyor önüme ve dayan diyordu. Bunlar daha iyi günlerin.
"Bugün ailenin önüne çıkacaksın Yosef." Görmüyor olduğum ses bu sefer daha yakından, tam kulağımın dibinden gelirken yüzüm tiksintiyle buruştu fakat bunu umursamadı. Aksine zevk alırcasına devam etti neşeli cümlelerine. "Heyecanımı nasıl tarif etsem bilemiyorum, senin gibi bir böceğin ezildiğini görmek o kadar harika ki..."
İrademin son kırıntılarıyla olsa bile gözlerimi zorlukla aralayarak baktım önümdeki kahvelere tiksintiyle. Şu anda böyle konuşabiliyor olmasının tek sebebi ağzımdaki ağızlık ve beni burada tutan kişiydi. Güvenip de böyle davranabilmesinin yegane sebebiydi bunlar fakat biliyordum, daha on iki yaşındaki küçücük bir çocuktan nasıl da korktuğunu. Zaten aşağılık benliğini tatmin etmek için etmiyor muydu bana işkence? Nasıl fark etmezdim ki.
"Şimdi-"
Yine o iğrenç cümlelerinden birine başlıyordu ki mahzenin kapısının ağır ağır açılma sesiyle ansızın arkasına döndü. Kimin geldiğini biliyor olsam da ben de çevirdim gözlerimi kapıya. Gördüğüm mor hareler yutkunmama neden olurken başka bir tepki vermemek için sıktım kendimi.
"Daha ne kadar oyalanmayı düşünüyordun?"
Beni tutan eller gevşerken az önce keyiften dört köşe olan muhafız korkuyla yutkundu. Başını hafifçe eğerken, "Çocuk sorun çıkarıyordu efendim." diyerek suçu yine bana atmakta hiçbir sakınca görmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilsiz Hükümdar
FantasyKendi ülkesinden kaçarken köle tacirlerine yakalanan ve satın alınıp saraya götürülen 'Dilsiz Hükümdar'.