İnatla gözlerini üzerimden çekmiyor oluşu sinirimi bozarken derin bir nefes alarak olduğum yerde doğrulup bağdaş kurdum. Onu değil de ellerimi incelerken çıkan hışırtılardan yanıma yaklaştığını anlamıştım.
İnatla ona bakmıyor oluşumu zerre umursuyor gibi durmuyordu. Gerçi umursasa bile bu bir şeyi değiştirmeyecekti nasıl olsa. Buraya onun sözünü dinlemek için gelmemiştim. Eski gücümü kazanır kazanmaz gidecektim. Sadece kısa süreliğine konak olarak kullanıyordum burayı.
"Dilini anlamadığın bir yerde bulunmak zor olsa gerek."
Gözlerim, ülkemin dilini duymanın şokuyla daha ben tepki veremeden şokla açılırken yüzüm ona dönmüştü. Dilimizi bilmesini beklemiyordum dürüst olmak gerekirse. Şaşırmam bundandı.
Tepkim oldukça hoşuna gitmiş olmalı ki gülümseyerek bir süre yüzümü inceledi. "Böyle bir yüz ifadesine sahip olabileceğini bilseydim seninle daha önceden konuşurdum."
Yatağın kenarına oturarak biraz daha yaklaştı bana. Ters bir tepki vermediğimi görünce bundan cesaret alarak elini yüzüme uzattı fakat parmakları daha tenime değemeden elim tarafından yakalanmıştı bileğinden. Kaşlarımı çatarak yüzüne bakmaya devam ettim. Aşırı bir tepki vermemek için kendimi sıkıyordum. Zira dikkat çekmemem gerekiyordu. Gözler ne kadar üzerimden uzak olursa kaçışım da o kadar kolay olurdu benim için. Yine de zorlanmıyor değildim. Her şeyi boş verip içimden geldiği gibi ortalığı yıkıp geçmek istiyordum fakat beni tutan bir şeyler vardı.
Daha doğrusu biri.
"Biraz sakin olmayı denemen gerek. Normalde karşımda başkası olsa korkudan titriyor olurdu." Gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Hani imparatorum ya ben."
Dudaklarımın alayla kıvrılmasına engel olamadım. İmparatormuş, peh!
Ondan daha fazlasını elimde oynatmıştım ben. Bana bu imparator ayakları sökmezdi. Yine de bir şey demedim. Ki onun gözünde konuşamıyordum zaten ben. Bu durum canımı hayli sıkıyordu fakat yıllardır olan suskunluğum sağ olsun, dayanmak eskisi kadar zorlu değildi.
"Bazen bizimle dalga geçiyormuşsun gibi geliyor, biliyor musun?" Gözlerimi kıstım. Daha ne kadar gözlerine sokmam gerekiyordu, bilmiyordum. Anlamamak onların maharetiydi.
Ona olan ilgim çabuk dağılırken umursamadan kayarak yataktan kalktım. Üzerimdeki ince ipek kumaşlar da işimi oldukça kolaylaştırmıştı doğrusu. Ben öylece dursam bile üzerimden kayacakmış hissi veriyordu. Bizim oralarda böyle ipek kumaşlardansa daha kalın ve sert kumaşlar kullanılırdı. Kışları aşırı soğuk ve çetin geçiyordu çünkü. Kimsenin ısınma derdinden süsünü püsünü düşünmeye vakti olmuyordu. Ben ise yaz kış fark etmeden, hırpalanmaktan ve hor kullanılmaktan her yeri yırtık pırtık olan kıyafetlerimle mevsimleri hücremde geçiriyordum. Benim için bahar olup olmaması bir önem arz etmiyordu, ya da üzerimde ne olup olmadığı. Ben daha çok, hayatta kalma düşüncesiyle boğuşuyordum.
Aklıma gelen anılarla yüzüm buruşurken ben daha farkına varamadan kolumdan tutulmamla benim o kolu alıp tutan kişiyi üzerimden fırlatıp yere sermem bir olmuştu.
Ellerim havada, öylece yerde gözleri kapalı uzanan imparatora bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanırım buradan kaçma olayını erkene çekmem gerekecekti, aksi halde beni yaşatması için bir sebebi yoktu artık. Resmi olarak büyük bir suç işleyip imparatorun kendisine dokunmakla kalmamış, onu çuval gibi fırlatıp atmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilsiz Hükümdar
FantasyKendi ülkesinden kaçarken köle tacirlerine yakalanan ve satın alınıp saraya götürülen 'Dilsiz Hükümdar'.