1 × klozetler firarda

109 21 11
                                    

EK OLARAK BÖLÜM YAZMAYA LÜZUM GÖRMEDİĞİMDEN BURADA BELİRTEYİM: marceline okul yılı başlamadan önce şapka tarafından gryffindor binasına yerleştirildi. annesinin yanına temmuz ayı civarında geldi ve mcgonagall onunla kalmak için hogsmeade'den bir ev satın aldı.

⋆·˚ ༘ *

Derslerin bitimini beklemiş gibi sıcak hava güneşle beraber dağların arkasına çekilirken ay tüm ihtişamıyla Yasak Orman'ın ardında boy gösteriyordu.

Havanın rengi dakikalar geçtikçe pembeden daha koyu tonlara yönelirken derslerin bitimiyle yemek saati arasındaki boşluğu fırsat bilerek bahçeye salınmış öğrenciler bir bir içeri giriyorlardı.

Üçüncü kat -öyle sanıyordu- koridorunun bahçeye bakan pencere kirişine omzunu yaslamış, onları izliyordu.

Kütüphaneye gidecekken yolunu kaybettiği için girdiği felaket derecede ıssız bir koridordu burası. Daha ilk gününden kaybolmuştu Marceline.

Kendi rızası dışında, gönülsüzce, tozlu bir şapkanın yerleştirdiği binası Gryffindor'un kulesinden çıkıp kendi gibi Sınıf Başkanı olan Remus'un tarifine bizzat uyarak geçmişti her yolu oysaki!

Özür dileyip Profesör Slughorn çağırmasaydı genç cadıya eşlik edeceğini söylerken bile öylesine kibardı ki diğer üçüyle nasıl bu kadar yakın olduğunu asla anlayamıyordu: Okula ilk girdiği an konfeti patlatan Sirius Black, yıl başlarken söylenen geleneksel şarkı töreninde masanın üzerine çıkıp bayrak sallayan James Potter ve Peter Pettigrew ile.

Katiyen hoşlanmıyordu onlardan. Sebebi açık: ayda bir kere gönderdiği, üç yaşımdan beri görmediği annesi Minerva McGonagall'ın ikisine özel olması gereken mektuplarda satırlarca bu oğlanları anlatmasındandı.

Aslında bir bakıma iyiydi bu onun için. Babasının zoruyla, sırf kibarlık olsun diye yanıt veriyordu annesinin mektuplarına; o ne kadar az şey anlatırsa kendim hakkında benim de yanıtlamam gereken o kadar az şey olur, diyerek avutuyordu kendini farkında olmadan.

Bazı anları överek, kalanları söverek anlatmayı bitiremediği bu dört oğlanla dolu satırları okumadan mektubu yakıyordu. Onun gönderdiği kağıt parçasına dokunmak bile sinirlerini hoplatıyordu. Zaten oldukça çabuk sinirlenen biriydi babasının da öyle olması yüzünden.

Pencere kenarından çekilip birer duvarından halılar sarkan koridora döndü. Geldiği köşedeki şovalye eski yerinde değil, karşı duvarın önünde duruyordu.

Ne-Cehennem-Dönüyor-Bu-Okulda, diye geçirdi içinden.

Tüyleri ürperirken kolunu kaşıdı refleksle. Etrafında girebileceği hiçbir sınıf, içeride ne varmış diye merak uyandıran bir kapı bile yoktu. KORİDORDA KAPI YOKTU.

Bu demek oluyor ki gizlice onu izliyormuş gibi görünen, tahminince içinde karabasan saklanan zırhlar üzerine atlamaya kalksa kaçacak yeri yoktu. Bunları düşündüğü gibi bildiği geri savuşturucu büyüleri de düşünüyordu.

Başını yeniden pencereye çevirip doğru büyüyü kendi üzerinde uygulayabilirse acil bir durumda pencereden atladığında ölmeme oranımı hesaplamaya çalıştı.

Kendi üzerinde büyü yapmada o kadar yetenekli değildi daha bu konu üzerinde çalışmaya başlayalı bir yıl olduğundan. Bu oldukça yorucuydu çünkü aynı anda babasının pratik yapıp kendisini geliştirmesini istediği birçok şey daha vardı.

Ama şimdi ondan, Fransa'dan ve Beauxbatons'tan ayrı kalmışken hiç pratik yapamıyordu. Bu ilk üç gün iyi hissettirse de bir süre sonra dünya daha sıkıcı bir hal almıştı.

torna a casa | james potterHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin