dilerseniz tarih veya muzip bir söz bırakın da haftalar sonra final bölümü bitip de yeniden buraya dönerseniz eğer, ilk yorumunuzdaki kendinizle karşılaşırsınız🌷
iyi okumalar! 🩷
. . .
GECENİN HAKİMİ AY, ışığını Beauxbatons'un en uzun kulesine yansıttı. Kulede tek bir pencere vardı ve o, müdüre ait olan odanın penceresiydi. Bunu bildiğinden daha da parladı şimdi ay, vitranların ardındaki nefrete ve kırıklıklara şahit oldukça onları yapıştırmak istiyordu ama ne fayda!
Loş ortamı güç bela aydınlatan ay ışığı zeminden sekip odadaki tek aydınlık kaynağı yanan iki meşale arasına konumlandı, hüzünle titreşti.
Hiç kimse, hiçbir cadı ya da büyücü, psikolojik sorunları olan bir Muggle bile bu denli nefret barındıramazdı yüreğinde. Patlardı, kan kusardı!
Yalnızca tek bir kişi bunca nefreti taşıyabiliyordu: Marceline Black. Babası ve Beauxbatons müdürü olan Nigellus Black'i ilk fırsatta öldürmek için doğru anı gözlerdi. Tabii anıları babası tarafından değiştirilmediği zamanlarda.
Ama az önce babasının hastalandığını öğrenmişti ve onu kaybetmek istemiyordu. Her ne kadar ilişkilerinde eritilemez sertlikte bir resmiyet olsa bile, onlar yine de baba-kızdı.
Nigellus Black aynı şeyleri hissetmiyordu tabii ki, o kendi hariç kimse için bir şeyler hissedemeyecek kadar bencil bir adamdı. Sadece kaliteli ve güçlü yaşamak isterdi. Boyunduruğu altına girenleri görmeyi, emir vermeyi severdi.
Koridorda tüyleri diken diken eden bir ses yankılanıyordu Marceline'ın terlikleri zemine sürttükçe. Öylesine hızlı koşuyordu ki kız, ayakları altındaki kaygan mermer sebebiyle düşmemesi bir mucizeydi.
Sonunda müdürün odasına giden kulenin kapısına vardığında hemen ileri atıldı, doğru ritimle kapıyı tıklattı. Kilitten küçük bir 'klik' sesi ulaşınca kulağına hemen cam tokmağı çevirip kapıyı içeri doğru açtı.
Pamuktan sabahlığının eteklerini tutup kıvırdı adımlarına engel olmaması için.
Basamakları çıkmasına gerek yoktu, zaten onlar ayakları altında azalarak genç kızı zirveye çıkartıyordu ancak Marceline fevkalade sabırsızdı ki basamakları kendi de çıkıverdi.
Odanın kapısına ulaşmıştı şimdi, kapıyı hışımla ittirip öne savurdu, kendi de içeri girdi.
Nefes nefese kalmıştı.
Yoğunlukla beyaz ve maviyle döşenmiş loş odada gözlerini gezdirdi. Aradığı kişiyi bulamayınca içeri adımladı ve o an babasını orada, çalışma masasının arkasında yere çökmüş acıyla kıvranırken gördü.
"Baba!"
Bu kelime öylesine uzaktı ki onun dudaklarına, ne zamandır Nigellus Black'e böyle hitap etmemişti bilmiyordu.
Belki de en son okula başlayacağındaydı, sonuçta babası o gün ona "Bir daha bana asla baba deme, kimse aramızdaki bağı bilmesin." diye tembih etmişti.
Önce birkaç saniye afallayarak olduğu yerde mıhlanmış gibi dururken, babasının acı içinde hıçkırmasıyla yeniden kendine gelip hemen ona adımladı. Ama asasını sıkıca elinde kavramayı da ihmal etmedi.
Müdürün duvara sırtını yaslamış ve beyaz sabahlıkları içinde vücudunun her yerinden ter atar bir vaziyette buldu.
Ve elleri...
Parmaklarından kollarına, omuzlarına uzanan damarları: Hepsi simsiyahtı. Sanki artık kan değil, zehir akıyordu içinde.
Böyle bir şeye ilk defa şahit oluyordu kız. Ne yapacağını bilemeyerek adamın yanına diz çöktü. "Ne yapabilirim?" diye sordu hemen. Bunun nasıl meydana geldiğini, adamın nasıl hissettiğini soracak vakit yoktu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
torna a casa | james potter
Fanfic"Eve dön, çünkü kaybolmaktan korkuyorum." . . . Minerva McGonagall'ın kızı, tüm hayatını Fransa'da bırakıp İngiltere'ye gelen Marceline, üzerinde sihirle oynanmış anılarının sahilerini bir bir hatırlamaya başladığı...