4

27 5 4
                                    


Bugün Felix gelmiyor okula bu yüzden öğle arasına kadar tek kelime dökülmüyor dudaklarımdan. Buna yalnızlık denir mi bilmiyorum ama rahatsız olmadağım kesin. Düşünüyorum da duygularımı fazla belli ettiğim zamanları saysam bir elin parmağını geçmez. Sakin olarak niterendirilen biriyim ve bu ailemin ben de tek sevdiği şey olabilir. Felix'ten başka arkadaşlarım olsa da şu an yanımda sadece onun kalması benim suçum sanırım. Karşımdakini değerli hissettiremiyorum bunun nasıl olacağını da bilmiyorum zaten. Diğerlerinin beni duygusuz olarak tanımlamasının nedeni budur belki de. Oysaki sadece bana davrandıkları gibi davranıyorum. Bana değer vereni el üstünde tutarım ama tersini yaparsa onu görmezden gelirim. Olması gereken de bu değil mi zaten? Neden hislerinden emin olmadığım biri için uğraşayım ki beni seven birileriyle ilgilenmek yerine? Karşı masada yanındaki kızla gülüşerek bir şeyler konuşan Chan'ı izlerken herhangi bir şey hissetmemem bu düşüncelerim yüzünden sanırım. Bana belli bir şeyle gelmediği için onu yok saymam da.

Felix olmadığı için sevdiğim yemek bile yavan geliyor bugün. Belki de onun gelmediği günler okula gelmemeliyim. Son lokmamı da çiğneyip bahçeye doğru ilerliyorum. Güneş tepede kendini belli ederken yağmurlu havalar geride kaldı izlenimini veriyor. Kedilerin yanına doğru giderken kedilerin evinin yanındaki ağaca yaslanmış kitap okuyan Minho'yu görmemle bir süre durarak yanına gidip gitmemeyi düşünüyorum. Ama o da çok dışa dönük biri olmadığından kendi halimizde takılırız diye yaklaşıyorum kedilere. Beni görmeleriyle miyavlayarak yanıma geliyorlar. Felixle Minho kadar olmasa da onlarla ilgilendiğimiz için alışmış olmalılar ki başını okşamamla mırıldanıyor Soongi.

Minho kısa bir an bakışlarını okuduğu kitaptan çekerek kimin geldiğine baksada bir şey demeden önüne dönüyor. Böylece tüm öğle arası sadece kedilerle ilgileniyorum başka bir şey düşünmeden. Çimenlere uzanmamla yavrular da yanıma yatıyor, anne kedi ise Minho'nun yanından bizi izliyor. Güneş ışınları tam yüzüme doğru gelse de rahatsız olmuyorum hatta öyle bir an ki arkada en sevdiğim şarkılardan biri çalabilir.

Zilin çalmasıyla kedileri yuvalarına bırakırken mama kabını kontrol ediyorum, Minho'dan beklenildiği gibi hepsi dolu. Bazen diyorum çocukluğumda bu kedilerin gördüğü ilgiyi ben de görseydim daha farklı olur muyudum şimdiki halimden? Cevabını bilemeyeceğim bir soru daha. Yan yana okula doğru giderken bağcığı çözülmüş ayakkabımı izliyorum, anlık gelen duygusallık ile alttan bakışlarla Minho'ya bakıyorum.

"Sana sahip oldukları için şanslılar."

Verdiği tepkiyi beklemeden sınıfa giden koridora dönerek adımlarımı hızlandırıyorum. Minho'yla benzer yönümüz de bu sanırım. Sadece değer verdiklerimizle ilgileniyoruz. Şöyle bir düşünüyorum da önemseme konusunda aklıma sadece Felix geliyor ve hergün nasıl olduğumu soran kantinci abi. Dudaklarım kendiliğinden kıvrılıyor bununla. Sanırım ben de zor beğenen biriyim.

Etüte kalıp kalmamayı düşünüyorum kısa bir an ama kalmam gerektiğinin farkındayım. Bir şeye başladıysam sorumluluğunu almalıyım. Son dersin bitmesine az kalmışken sınıfı inceliyorum ilgisizce. Her ne kadar dönemin başında olsakta öyle çok konuştuğum kimse yok. Elimle saçlarımı karıştırarak başımı sıranın üstüne bırakıyorum, hafif bir ağrı kendini belli ediyor ama çok rahatsız edici değil. Son dersin bitmesiyle yavaşça topluyorum eşyalarımı. Felix ile mesajlaşarak ulaşıyorum 0325 numaralı sınıfa. Herkes kaytarmadan ders çalıştığı için görevli hocalar artık sadece yoklama alarak gidiyor sınıftan. Ben de çok oyalanmadan bugün çözdüğüm test kitabını çıkararak kaldığım yerden devam ediyorum sorulara.

Hyunjin ve Jeongin ksık sesle önümüzdeki voleybol maçı hakkında konuşmaya başlayınca dikkatim onlara gidiyor her ne kadar soruya baksam da. Jeongin'in bir şey hakkında bu kadar hevesli konuştuğuna ilk defa şahit oluyorum böylelikle genelde düz bakışlara sahip. Felix'ten gelen mesajla telefonu elime aldığımda attığı komik şeyle hafif sesli bir şekilde gülüyorum bu birkaç gözün bana dönmesine sebep oluyor. "Pardon." Mırıldanarak geri dönüyorum mesaja. Hastanede sandığımdan daha iyi vakit geçiriyor gibi.

"Felix neden gelmedi Jisung, biliyor musun?"

İki sıra yanımda, pencere kenarında oturan Changbin'in sesiyle ona dönüyorum biraz şaşkın. Felix'i neden soruyor ki?

"Hastanede işi vardı. Neden sordun?"

"Hiç. Dün görüşürüz demişti de gelmeyince merak ettim."

Hafif utanmış hallerine gözlerimi kısıyorum. Anlaşılan Felix'in anlatmadığı şeyler var. "Önemli bir şey değil. Yarın gelir." Başıyla beni onaylayarak önüne döndüğünde imalı bakışlar atan bir adet Hyunjin ile karşılaşıyor Changbin. Onları izlerken  istemsizce gülümsüyorum ve Hyunjin'in yaptığı aynı imaları yapmak için telefonumu elime alıyorum. Felix her ne kadar önemli bir şey değil dese de onun içini bildiğimden çoktan yanaklarının kızarmış olduğundan eminim. Onun bu hallerine gülümserken Hyunjin'in önündeki sırada oturan ve başını sıraya yaslayarak bana doğru bakan Jeongin ile göz göze geliyoruz. Gülümsememi bozmadan bir süre ona baksamda bakışlarını ilk çeken ben oluyorum ve yeniden kendimi sorulara bırakıyorum.

Düşündüğümden daha yavaş geçiyor bugün ya da tanımadığım kişilerle aynı ortamda olduğum için ben erken bunalıyorum. Diğerlerinden daha erken çıkıyorum bugün sınıftan ve kütüphaneye doğru ilerliyorum diğer günlerle aynı şekilde. Birkaç yıl önceki halime bu kadar çalışkan olacağımı söyleseler sadece gülerdi inanmadan çünkü çalışmayı seven biri değilim. Sadece düşünmekten kaçmak için bu yıl kullandığım yöntem ders çalışmak. Evdeki sessizliğin beni yutmasına izin vermek yerine kütüphanede kağıdın üzerinde gezinen kalemi dinlemeyi tercih ediyorum.

Sevdiğim, pencere kenarındaki masaya geçip oturduğumda tanımadığım bir kişi daha var. Ama ona bakmadan bugün için ayırdığım denemeyi çantamdan çıkarıp çözmeye başlıyorum. Tam olarak odaklanamıyorum ama denemeye. Bunun nedenini bilsem de bilmiyormuş gibi yapmayı tercih ediyorum. Tabi bu kütüphanenin kapısının her açılışında bakışlarımı oraya çevirmeme engel olamıyor. Dördüncü kez açılan kapıyla içeri giren yabancılar yüzünden bıkkınca bir nefes alıyorum. Kimse gelmiyor diyerek artık bakmayı kesiyorum kapıya, zaten gelmesini beklediğim kimse de yok. Yani öyle olmasını istiyorum.

Eve girdiğim an beni karşılayan sessizlikle çok az bozuk olan moralim daha da kötüleşiyor. İşte bu yüzden sevmiyorum birileri hakkında düşünmeyi, birilerinin zihnimde yer edinemsini. Ellerimi yıkayıp rahat bir şeyler giydikten sonra mutfağa geçiyorum kendime yemek yapmak için. Ama saatin geç olması ve iştahımın olmaması sebebiyle meyve yıkayarak salona geçiyorum. Sabah babamdan gelen ama benim şimdi fark ettiğim mesajla iş gezisine gittiklerini öğreniyorum. Bu birkaç gün yalnız uyuyacağım anlamına geliyor. Önceden her ne kadar korksam da tek kalmaktan sanırım artık alıştım. Zaten şu hayatta en iyi olduğum şeylerden biri de bu, bana nasıl davranılırsa davranılsın alışıyorum. Nasıl hissettiğimi önemsemeden, kendimi en çok yoracak şekilde.

Sabah erken uyanıyorum Felix ile kendime öğle arasında yemelik sandviç yapmak için. Felix'in hediye olarak aldığı ayıcıklı saklama çantasına koyuyorum hazırkadıkalrımı ve Felix'in sevdiği meyve suyunu. Böyle şeyleri hatırladığımı görünce büyük ihtimalle  kocaman gülümseyecek. Tahmin ettiğim gibi de oluyor, kocaman gülümseyerek sarılıyor sıkıca. Hastaneye gittikten sonra fazla duygusallaşıyor illa. Okulun arka bahçesindeki çimenlerin üstüne oturmuş yemek yerken Changbin'i soruyorum ona.

"Geçen Hyunjin'le kütüphaneye gittiğinizde biz de birlikte yürüdük. O sıra konuştuk biraz."

"Seninle konuştuktan sonra etkilemeyecek yoktur sanırım."

Utanıyormuş gib yaparak sırtıma vurduğunda ona gülümseyerek bakıyorum. Övülünce hemen utanıyor. Ön bahçeye doğru ilerlerken Changbin Felix'i görünce el sallıyor ve biz de biraz uzağımızda konuşan ikilinin yanına doğru ilerliyoruz. Felix dün neden gelmediğini anlatırken onu dinliyoruz biz de. Konuşmalara çok dahil olmadan sadece mimiklerini izliyorum ikisinin Hyunjin ise yan profilime bakıyor arada kaçamak bakışlarla.

"Yarın ki maçı izlemeye geliyorsunuz değil mi?"

Bana bakarak sorulan soruya benim cevap vermem gerekiyormuş gibi hissediyorum. "Geliriz büyük ihtimalle." Onay almak için Felix'e çeviriyorum bakışlarımı. "Aynen geliriz. İkimiz de seviyoruz izlemeyi."
Changbin kendi futbol maçlarını övmeye başlamasıyla gülüyorum haline. Anlaşılan bu yıl futbol maçlarını da izleyeceğiz.

So What? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin