İstanbul ılık bir sonbahar rüzgarıyla yelpazeleniyordu. Akşam alacası gökyüzünü pembe ve mora boyamıştı. Akın sinemasının önündeki trafik açılmaya başladı. Yan sıra hala haraketsizdi. Bir an önce eve varmak istiyordum. Hastanede geçirdiğim tüm yorucu saatleri kanepemde uzanıp film seyrederek telafi etmek istiyordum. Uzun süre trafikte bekledikten sonra nihayet evdeydim.Merdivenleri çıkarken her zaman yaptığım gibi sessiz olmak için olağanüstü bir çaba sarfediyordum. Yılışık ev sahibimin cüretkar laflarına maruz kalmak istemiyordum. Tanrının bana bahşettiği güzellik azımsanmayacak kadar vardı. Küllü kumral saçlarım,kısa burnum,biçimli dudaklarım,kahverengi gözlerim ve kalın kaşlarım vardı. Yanık tenimden gelen vanilya kokusu kusursuz vücudumla ahenk içindeydi. Benim akışıma kapılmamak intihar gibiydi. Kurtulduğumu düşünerek çantamın fermuarını açarken korktuğum başıma geldi. Benimle yaşıt olan sıska,esmer,keskin hatlı ve ince bıyıklı ev sahibim yüzündeki çapkın ifadeyle ayakta durmaya çalışarak hedefine yaklaşıyordu."Selam güzelim,nerden böyle."diye haykırdı. Elimdeki anahtarımı yere düşürdüm. Eğilip onu alırken ev sahibimin bakışları altında ezilerek yanıt verdim. "Hastaneden geliyorum Arda Bey. Şimdi müsadenizle acelem var." Bu sözler zar zor ağzımdan döküldükten sonra hışımla içeri girdim. Üzerimi değiştirmek için odama yöneldiğim sırada, telefonum çalmaya başladı. Arayan biricik sevgilim Can'dı. Telefonun ekranında gördüğüm isim daha demin yaşadığım gerginliği toz bulutu gibi dağıtmıştı. Telefonumu gri yün hırkama sarınarak tebessümle açtım. Fakat Can'ın sesi beklenmedik bir şekilde kötü geliyordu. Ağzından dökülen sözcükler yanılmadığımın göstergesiydi. "Merhaba hayatım. Sana kötü bir haberim var. Bu akşam iş için Amerika'ya uçmak zorundayım. Bir hafta sonra tekrar yanında olacağımdan şüphen olmasın. Şimdi kapatmak zorundayım. Seni seviyorum." Benim tek kelime etmeme izin vermeden kapatmıştı telefonu. Hayal kırıklığıyla bezeli bir gün geçirmenin yorgunluğuyla yatağa attım kendimi. Sabah uyandığımdan beri bırakmamıştı aksilikler peşimi. Önce telefonumun üzerine kahve dökülmüş, gömleğim kapıya takılıp yırtılmış, arabamın lastikleri patladığı için işe geç kalmış ve bu yüzden hastam elimden alınmıştı. Şimdide kalpten bağlı olduğum sevgilimi bir hafta boyunca göremeyecektim. Kendimi iki yıllık ilişkimin anılarıyla avutmaya çalıştım. Aklıma ilk gelen tanıştığımız gün oldu. O gün sabah alarmımı kurmuş fakat alarmımdan daha önce uyanmamı sağlayan ilk iş günü heyecanıma yenik düşmüştüm. Sakarlığımla nam salmış olmanın hakkını her zamanki gibi vermiştim. Kahvaltı hazırlarken dirseğimi yakmış ve belirgin bir iz kalmasına göz yumarak hiç bir müdahalede bulunmamıştım. Gömleğimi ütüledikten sonra ütüyü prizde unutmuş ve öylece evden çıkıp gitmiştim. Taksi çevirmek için kendimi caddede bulduğum sırada tuhaf bir manzarayla karşılaşmıştım. Pembe bir binanın çatı katında kendini aşağa atmaya çalışan yakışıklı bir adam. Binaya biraz daha yaklaştığımda onun benim yaşlarımda olduğunu farketmiştim. Adam dış görünüşüne yakışacak bir ses tonuyla bir hafta önce işlediği cinayetten dolayı duyduğu vicdan azabını dile getiriyordu. İşe geç kaldığımı anımsayarak yeniden bir taksi çevirmeye koyulduğum sırada içim ezildi. Psikiyatr olduğumu ve adama yardımcı olabiliceğimi anımsayarak hızlıca karşıya geçip olay yerine attım kendimi. Binaya çıkmak için kapıya yöneldiğim sırada polislerin "İçeri giremezsiniz hanımefendi." Sözcükleriyle irkilmiştim. Onlara "Ben psikiyatrım işe gitmek için taksi arıyordumki çatıda hunharca haykıran bu adamı gördüm ve bir psikiyatr olarak ona yardımcı olabileceğimi düşündüm. Lütfen bırakında onun yanına gideyim." Diye cevap verdim. Polisler tatmin olmuş bir ifadeyle geçmeme izin vermişlerdi. Ağır apartman kapısını güçlükle açtıktan sonra mermer merdivenleri koşarak çıktım. Adamın yanına vardığımda korktuğumu açıkça belli eden bir ses tonuyla konuşmaya başladım "Ne işin var senin burada, şu haline bak bu kadar acizce haraket etmek senin gibi birine yakışmıyor. Hayatından vazgeçemiceni ikimizde biliyoruz hadi ama kandırma kendinide, benide. Senin yüzünden işe geç kaldım. Ben bir psikiyatrım ve hastanedeki ilk günümü kaçırmış bulunmaktayım. İstersen sana yardımcı olabilirim. Bu kadar acizce bir harakete seni sürükleyen nedir?" Adam kafasını çevirdiğinde gördüğü manzara onu büyülemişti. Benim çok güzel ve farklı olduğumu düşünüyor olmalıydı. Benim söylediklerime kulak vermeye karar vermişti. Bir süre dar siyah eteğimin içine soktuğum beyaz gömleğimin yakasını düzelttim. Daha sonra adam boğazını temizleyerek cevap verdi. "Benim adım Can. Ama adımında yaşamamında bir önemi kalmadı. Mimarım ve geçen hafta arabamla lanet olası işime giderken masum bir adamı ezdim. Adam bir kaç saat önce can verdi. Artık nefes almaya hakkım yok. Lütfen burdan git." Soğuk kanlılığımı muhafaza etmeye çalışarak okulda öğrendiklerimi anımsamaya çalıştım. Aslında intahar etmek isteyen insanlar bunu ölmek için yapmazlar ve son dakikaya kadar onları birilerinin kurtarıcağına inanırlar. Bu bilgiden yola çıkarak onu hayata bağlamam lazımdı ama nasıl. Aklıma gelen tek şey bir an önce şu lanet olası durumdan sıyrılıp hayatın akışına kapılmaktı. Tam o sırada ikimizinde hayatını kurtaracak telefon gelmişti, arayan kapıcımdı. Telefonu açtığımda evimin yandığını öğrendim ve haykırmaya başladım. "Allah kahretsin. Ben o eve tüm paramı yatırmıştım. Kitaplarıma bişey olmamıştır inşallah." Can koşarak gözyaşlarına boğulmuş halde yere kapaklanmış olan benim yanıma geldi. "Hadi evini kurtarmaya gidelim." Dedi. Daha demin kendini öldürmek için ortalığı birbirine katan bu adamın hayata geri döndüğünemi sevinecektim yoksa evimin yandığınamı üzülecektim. Duygu karmaşasının içinde savruluyordum. İşte bizim hikayemizin başlangıcı böyle olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİSSETMEKTEN KORKMA
RomanceSık sık düşünceler selinde boğulmakta olan genç ve güzel psikiyatr Zeynep Aktaş, biricik sevgilisinin ona duyduğu ilginin azaldığını düşünmeye başlayınca, hayal kırıklığına uğrar. Annesinden başka kimseye güvenmemiş olan bu genç kadın, aşkın zehirli...