II. Harika Bir Eser

42 1 0
                                    

---15 YIL SONRA
Hikayemiz böyleydi. Pek ünü olmayan merhum bir rockstar ve ona aşık olan şaşkın bir kız.. Artık o bir kadın olmuştu. Liseyi ve üniversiteyi bitirmişti. Bir dergide editör yardımcısıydı. Derslerinde çok başarılıydı ama o dergide çalışmak istedi. Çok çalışıyordu. O narin bedeni yorgun düştükçe ben daha da yorgun düşüyordum. Ona harika bir hayat yaşatmaya çalışıyordum ancak Ziyaretçi'nin sözleri asla aklımdan çıkmıyordu. "Biraz zorlanmadan kimse mükemmel hayatı yaşayamaz."
Akşam eve döndüğünde yine yorgundu. Çıkması gereken saatten iki saat geç çıkmıştı. Eve geldiğimizde sanki kapıyı benim geçmem için tutmuştu. Bazen cidden beni gördüğünü düşünüyordum. Bunu umuyordum da. En ufak hareketini beni görmesine bir işaret olarak yoruyordum. Dosyalarını kapının yanına fırlattı. Üstünü değiştirip ufak resim odasına gitti. Burda bir sürü ufak portrem vardı. Bir sürü yağlı boya tabloları vardı. Doğayla ilgili onlarca resim ve yüzlerce portre vardı. O bir ressamdı aynı zamanda. Bir şarkıcıydı. Sanatçı ruhlu harika bir insandı. 'Gerçekten harika bir eser.' dedim ve resim şovalyesinin yanına oturup onu seyretmeye başladım. İlk albümümün plağını aldı ve pikaba yerleştirdi. İğneyi plağın üstüne koydu o narin parmaklarıyla ve işte en sevdiği şarkısı çalmaya başlamıştı. O kadar yıl önce birlikte söylediğimiz ilk şarkı.. Ve işte şimdi yine birlikte söylüyorduk. Şovalyenin önündeki taburesinde yerini aldı ve eline paleti ve fırçayı alıp tabloya bakmaya başladı. Fırçayı siyaha batırıp o ciddi ifadeyi yüzüne yerleştirdi. Ne zaman kırmızı veya siyahla boyama yapacak olsa bu ifadeyi görürdünüz yüzünde. Fırçayı tabloya sürdü ve bu yaklaşık iki saat boyunca devam etti. En sonunda önlüğünü çıkarttı ve ayağa kalkıp eserine uzaktan baktı. Yüzüne hafif hazla hafif gururla dolu bir ifade yerleştirdi. Ayağa kalktım ve yanına gidip elimi omuzuna koydum. Aynı ifadeyle ben de tabloya baktım. 'İşte bu.' dedim gurur dolu bir sesle. Bu tablo favorilerimden birisiydi artık. Atölyeden çıktık ve salona yöneldik. Koltuğa oturdu ve boş boş duvara bakmaya başladı. Düşüncelerini duyabiliyordum. İşten çıkmayı düşünüyordu. Aynı uğraşı verip daha çok para, itibar ve saygı kazanabileceğini düşünüyordu. Birden yüzü buruştu. 'Hayır.' dedim kendi kendime. Gözünden bir damla yaş aktı. Derin bir nefes aldı ve hıçkırmaya başladı. Başını ellerinin arasına aldı. Her iç çekişinde sırtı inip kalkıyordu. Yanına gittim ve oturdum. Elimi uzatıp kahverengi saçlarını okşamaya başladım. Biliyorum hissetmiyordu. Hissetse bile rüzgar gibi geliyordu ona. Ya da garip bir his gibi. O dokunuş sevgi dolu bir dokunuştu. İçimdeki bütün sevginin ona taşınmasında bir aracıydı sadece. Ama o bunu hissedemiyordu. Uzun süre boyunca böyle bir eylemi gerçekleştirirken tereddüt etmiştim. Nedenini bilmiyordum. On beş yılın sonunda artık böyle bir çekingenlik kalmamıştı.
Saçlarını okşarken birden ağlaması kesildi. Sanki bir şey unutmuş gibi ya da bir şey farketmiş gibi garip bir yüz ifadesiyle bana döndü. Heyecanlanmıştım. 'Farketti.' dedim kendi kendime. 'Jonathan?' demesine hazırladım kendimi. Yerimde kıpırdandım. Kulaklarım ismimi duymayı bekliyordu. Ancak onun bakışları bıçak gibi beni kesti ve ardıma odaklandı. Bu da bir şeydi. Çünkü oturduğum yere bakılırsa arkamda büyük bir portrem kırmızı bir çerçeveyle duvarın o bölgesini kaplıyordu. Ayağa kalktı ve koltuğun kolluğuna oturup resme döndü. Ben de onu takip ettim ve resmimin yanında duvara yaslandım. Ay ışığının vurduğu yüzü her şeyden güzeldi. O kadar masumdu ki, kendimle gurur duyuyordum. O önce benim kızımdı, sonra kardeşim oldu ve işte simdi de arkadaşımdı. Ne olursa olsun, o benim eserimdi. Ben de onun. İkimiz de birbirimizi yaratmıştık. En değerli şarkımdan daha değerliydi. Çünkü onu özenle on beş yıl planladığım iyi kalpli, güçlü, zeki kadına dönüştürmüştüm.
"Jonathan.."dedi dolu gözleriyle portreme bakmayı sürdürürken. Altında kocaman bir imza vardı. "Amelia.." diye fısıldadım kendisi gibi zarif imzasından gözümü ayırmayarak. "Jon, bana yardım et. Artık gücüm kalmadı. İstifa edeceğim." dedi. Onu dinlemeyi bırakmıştım bile. Çünkü hep aynı planları yapıyor ama uygulamıyordu. Patronu onu engelliyordu. Artık dinlemek istemiyordum,ona bakmıyordum bile. Ancak fayda etmiyordu. Bütün düşündüklerini, silik silik de olsa, aramızdaki görünmez köprü benim düşüncelerimin arasına serpiştiriyordu. "Amelia Smith! Hep aynı hikaye!" diye bağırdım. Gözümü tavandan ayırıp ona tekrar baktığımda tam olarak gözlerimin içine bakıyordu. Buna yıldızların üzerine yemin edebilirdim. "Kim var orda?" diye sordu. Gülmeye başladım. Kahkaha atmaya başladım. Ulric beynimin içinde sevinç dolu bir alkış patlattı. "Benim! Benim Jonathan!" diye bağırdım ve reverans yaptım. Gülümsedi ve burnundan ufak bir soluk verdi. "Jonathan sen misin?" dedi kendisiyle dalga geçer bir ifadeyle. "Evet benim! Benim Amelia!" diye bağırdım.

YakarışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin