0.2

22 11 52
                                    

Selammm, ikinci bölümümüzle karşınızdayım, umarım seversiniz. Şimdiden iyi okumalar dilerim 🩵

                                         0.2

Kafamı kaldırıp onu gördüğüm anda dünya birkaç saniyeliğine durdu sanki. Gözlerinin rengini uzaktan net göremedim, ama o hafif çekikliği ona o kadar güzel bir bakış kazandırmıştı ki insanı içine çekiyordu. Simsiyah ve biçimli saçları, yüzündeki o neler olduğunu anlamayan aptal bakışı..Allahım... Allahım bu çocukla göz göze gelme şerefine nail olacak kadar nasıl bir sevap işlemiş olabilirim ya rabbim.. DAĞ MISIN TAŞ MISIN BE ÇOCUK!

Tabii ki bu düşüncelerin hepsini sadece içimden geçirebildim çünkü o an bulunduğum durum pekte aşk itirafı yapabileceğim bir durum gibi görünmüyordu. Her tarafa dağılmış kırılan tabak parçaları, diyette olduğuma kendimi ikna ederek hepsinden az az aldığım yemekler, ve hepsini bitirmek için can attığım, küçücük tabağın içine dokuz tanesini birden sığdırarak bir ilke imza attığım hayatımın anlamı tatlılarım... hepsi yerdeydi. Tabii onlarla beraber ben de.
"Ya beş yaşında çocuk musun be Rüzgar, yapma şunu bana be."
Çocukla göz temasını kesmeden ve hâlâ yerdeyken abime ufak çaplı tehditlerimi saymaya başladım.

"Abi, şu an şu saniye düştüğüm için ilk defa kendimi bu kadar rezil hissediyorum, bak tamam eskiden dümdüz asfaltta bile yere yapışmışlığım var doğru, ama onda bile bu kadar rezil hissetmemiştim. O yüzden ya şu an susarsın, ya da sevdiğin kızın sevgilisi olan çocuğu teke tek dövüşmeye çağırıp, dört farklı kişiden dört farklı stilde dayak yediğini ve eve gelip saatlerce bana sarılıp ağladığını zaten toplam üç kişiden oluşan arkadaş grubuna yayarım. Seçim senin tabii."

"Rüzgar, şu an bu durumdan daha rezil bir durumdasın, ama acıdığım için susuyorum. Gel tut elimi Allahın salağı gel."

Denize düşüp yılana sarılmak zorunda kalan çilekeş atalarım gibi mecburen abimin elini tutup ayağa kalktım. O sırada gözlerinin önünde yere kapaklandığım o tanrı gibi çocuğa doğru baktım, ama çoktan önüne dönüp yemeğini yiyordu. Bir kez daha "Allahım neden beni seçtin, bu kadar mallık bana bile fazla vallahi" düşünceleriyle abimin arkasından ilerlemeye başladım. O sırada abimin kenarda gördüğü garsona;

"Abi şurada dört beş yaşlarında bir çocuk düştü, mahvetti ortalığı. Bir bakın isterseniz."
dediğini duydum. Ve yan masalardan birinde halihazırda düştüğümü kendi gözleriyle gören muhtemelen bu oteldeki tek Türk ailenin sessiz kahkahalarını. Aslında onlara çok güzel yaklaşık iki saat aralıksız konuşma artı el hareketleriyle daha da sinirlendirme paketimi sunabilirdim ama o an aklımdaki tek şey az önce de söylediğim gibi o çocuktu.
Masamıza geldiğimizde bu akşamki ufak çaplı ikinci  şokumu yaşadım. Bahsettiğim çocukla aramızda sadece bir masa vardı. Ve çocuk tam olarak yemek yerken kafasını kaldırsa göz göze gelebileceğimiz bir noktada oturuyordu. Oysa ki ona hafiften uzak bir masaya oturup dakikalarca onu izleyerek manzaraya karşı yemek yeme hayalleri kurmuştum.. Ama şu an göz göze gelip "şu düz yolda düşen salak kız niye beni izleyip duruyor hayırdır" diye düşünüp bana dalması ihtimali olduğunu bilmek beni bi tık üzüyordu. Ama göz göze geldiğimizde bana göz kırpıp numaramı isteme ihtimali de vardı. O yüzden gaza geldim ve tam karşısındaki sandalyeye oturup yüzünü incelemeye başladım.

Birkaç dakika sonra.

Ayı. Gerçekten dümdüz bir ayı. Allah doyursun kardeşim ya. Bu nasıl bir sefaletten gelmektir, Afrikalısın da ırk bunalımı yaşayıp yanlışlıkla ırk mı değiştirdin, yoksa ailen seni aç bırakıyor da yardıma mı ihtiyacın var? Söyle bize biz yardımcı olmaya çalışırız abimle vallahi. Bir insan yarım saat boyunca nasıl kafasını bir saniye bile kaldırmadan nefessiz yemek yer ya, bunu nasıl başarabilir? Tamam bak benim de böyle yeteneklerim var da, sadece tatlı yerken. Su bile içmeden acılı tavuk kanat yedi ya.

Rüzgar Gülü | Yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin