Deli ve Uzaylı

7 0 0
                                    

Bir gün bir deli ve bir uzaylı karşı karşıya gelmiş. Deli sürekli sorular sorup durmuş ve ardı kesilmeyen tepkiler ile uzaylıda derinden bir rahatsızlık uyandırmış. Uzaylı bunu sevmiş ama, çok farklı bir his olduğu kanaatinde imiş. Günler haftalara karıştıkça sorular azalmış ve öğrenilecek az şey kalmış. Deli'nin soruları kendini tekrar etmeye başlamış ki bunun verdiği hiç de deliyi ayrı bir rahatsız etmiş. Bu tükenmişliğin ardındaki gerçek sebebi bulup yok etmek geçiyormuş içinden. Aklının sonsuz bucaksız sınırlarına dayanmadan hiç bitmeyecekmiş gibi gelen fikirlerinin bu denli azalması ve soracak soru bulamamayı iyice kafaya takmış. Her gün uzaylı ile buluştuğu o yeşil tepeye bu gün gitmemiş. Onun yerinde sahile başka insanlarına yanına gitmiş. Kendi kendine konuşmuş sürekli ve bir çözüm aramış bu boşluğuna. Uzaylısını bir gün daha yalnız bırakmak istemediğinden bir balık ile sorununu çözmeyi denemiş ama işte bu da sahildeki başka insanların rahatsız olmalarına yol açmış. Garip garip sözler evsiz gibi gözüken bu adamın ağzından suya döküldükçe sanki balıkları zehirliyormuş ve de okyanusu kirletiyormuş gibi bir görüntü yaratmış. Bazıları bağırmaya, elini kolunu sallamaya başlamış ama evsiz adam bunları duymamış. Duymuş aslında da duymamış gibi yapmış, biz de onu öyle sanmışız. O günün gecesinde ise konuşmayı hiç kesememiş, kendi kendine bankın üzerinde konuşmuş sürekli. Ay ve yıldızlarla konuşuyormuş gibi gözükmüş bu sefer de. Kendi saçmalığını her yere saçan bir canavar gibi betimlemiş kendini, kendi sözlerinde. Yenilmiş tekrar ve tekrar kendine bu sohbetler sürecinde. Aklını kaçırma derecesine geldiğinde ise pes etmiş artık. Gözleri ile birlikte ağzını da kapatmış ve sonsuza del susmak istemiş.

Uzaylı da yalnızlığın verdi acı ile o yeşil tepede beklemiş. Dizlerini kendine çekmiş, kafasını eğmiş ve solgun gözleri ile dizlerinin arasından yeşil mi yeşil o çimenleri gözlemiş. Çünkü yapacak da daha iyi bir şey bulamamış. Karalı imiş beklemede. Hiç sıkılmadan, beklemiş. Aklından çok şey geçmiş bu sırada. Zihnini kurcalayan bir deli olmadığı için kendi soruları ile baş başa kalmış. "Ben güzel miyim?" diye sorduğunda hiç cevap vermemiş. Aynı şekil "Ben zeki miyim?" diye sorduğunda da hiç cevap vermemiş. Sadece iki dizinin arasından o hafif rüzgar iler sallanan çimencikleri gözlemiş. Ne soru istiyormuş ne de başka bir şey. Cevaplar halihazırda belli iken sorulan bu gereksiz soruların ne anlamı ne de amacı vardır. Aptalca ve akılsızca sorular bu sorular. Kendi kendini parçalar ve sadece yıkım getirirler ki aralarından en ağırı kendi aklını sorduğun sorudur. Bu soruyu sorduğunda cevabın belli olması bir yanda bunu soruyu sormuş olman da ayrıca ek bir kanıt, ek bir belge niteliğindedir. Lakin bazı insanlara göre ise bu çok güzel bir soru imiş. Hatta bu soruyu sormayanın yaşamını yaşanmaya değmeyeceğini söylerler. Çok aptaldır bu insanlar, çok! Bir sürü dil ve işareti beraberce edip daha herkesin konuşması için bir iletişim sistemi daha kurmamışlardır. Anca üç beş hastalıklı insan kendi arasında bir şey oluşturur ki dünyanın yarısından çoğu da bunu bilmez. Yani bir çocuğun uydurmuş olduğu alfabeden farksızdır ama işte şöyle de bir avantajı vardır hasta olanlar için. Sadece hasatların konuşabildiği bu dil sayesinde sağlıklı insanlara belli etmeden hastalıklarını daha çok yayabilirler. Aslında, yani gerçek aslında ise hiç bir şeyi yayamazlar ama! Çünkü sadece kendi aralarında yaparlar bunu. Yani sadece hastalıklarının doruğuna inerler daha da dibe batarlar. Evet! Hasta insanlar, batarlar! En çok da onlar dibe batar. Ama yok yok, dur dibe batamazlar. Çünkü dipte ben varım ben. Evet, en dip her zaman benimdir lakin peşimde çok kişi de vardır. Bunlar benim peşimde değildir elbette ama işte arkamda sayılırlar. Yok, arkam da değil. Daha çok tepemde? Ah be, anladınız işte benim kadar batamamışlardır daha. En son noktayımdır çünkü ben. Delilik ile hasta olmak arasındaki sınırdayım ama asla sınır değilim. Sınır olsaydım hem deli olur hem de hasta olurdum...

Neyse işte uzaylı arkadaş öyle yalnızlık içinde yapayalnız otururken gece olunca gemisinin içinde girer. Sıcacık yatağına yatar ve yaşlı gözleri ile soğuk metali izler. İşlemeli, hiç bir şey anlatmayan metal. 

Çok geçmeden, yani sabah olur olmaz deli tekrar belirir. Uyuduğu banktan kalktığı gibi koşa koşa yeşil tepelerin oraya gitmiştir. Önce en yüksek tepeye çıkar. Gemiyi arar etrafta ama bulamaz. Yoktur, gemi yoktur hiç bir yerde. BU ÇOK KORKUNÇ! İnanılmaz! Adeta bir rüya, adeta hâlâ bankta yatıyor deli ve hayal görüyor. Yalan gibi geliyor. Bu yeşil tepeler ardında saklanmış olabileceği ihtimallerden sadece birazı ve... Ve....

Kelimeler, kelimeler adeta ağlıyor için için. Kan akıyor noktaların arasından ve kararıyor tüm sayfa. Yalnızlık, pes edilmenin verdiği o hissi örtmüyor. Bilinmiyor, bilinemiyor hiç bir şey. Bağırmak geliyor delinin içinden, avazı çıktığı kadar bağırmak. Yapmıyor ama tabii ki. Çünkü o zaman duyarlar, duyarlar bu delinin yardım çığlıklarını ver yardım etmeye çalışırlar o insanlar. Ah o insanlar! Anlamak denen şeyden zerre kadar anlamayan akılsız canlılar. Çok şey bildiklerini sanarak konuşur ve bir çözüm yolu ararlar. Yok olmak isteyen bir insana yol gösterirler. Mezara giden daha uzun bir yol gösterirler o kadar ama hiç anlamazlar ki deli bu yoldan gitmek istemez. Deli öyle bir şey ister ki bunu o deli dışında kimse aklına getiremez o sırada. Nefret aşka karışır ve duygular bir çorba gibi kaynaşır birbiri ile. Deli o anda görür işte gerçek doğruyu ve ne yapması gerektiğini. Önceden bilinemeyen her şey aklına takılır bir anda ve o kadar sert çekerler ki bu güçsüz bedeni, öldüğünü sanar deli. Işık, ışık...

Işık mışık değil yahu, sadece benim bile daha uyrduramadığım bir kelime canlanır delinin aklında. Öyle ki yüce tanrısına ve değer verdiği her şeyi karşısına alır deli. Öyle bir kelimedir ki bunu söylediği takdirde tüm dünya karşısında bir ordu gibi dikilir. Yaralar açılır kapanır ama kanamayı kesmez. Ölür ölür dirilir tüm cesetler ve vahşet alır başını gider. Yalnız geriye kalanlar ile mücadele devam eder. Savaş başlar ve haykırılır tüm kötülük. Her şey birbirine girer, tutuşur tüm keten bazlı kıyafetler ve boğulur tüm balıklar. Ah, evet! Evet, işte tam olarak böyle olur. Hiç bir şey anlaşılmaz olanlardan. Birbirine girmiş bir çamur yığının pencereli odasının perdelerinin kirinden şikayet eden bir anne gibi başlar gölgeler de şikayet etmeye. Hahayt! Nefretleri gözlerinin hızlı hızlı akmasından ve devamını izlemelerinden anlaşılır ama işte devamı olmaz.

AhmetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin