1918 , 1. Dünya Savaşı SonrasıSavaşmam gerekiyor. Daha fazla, ve daha fazla, ne kadar tükenmiş olsam da pes edemem. Savaş henüz bitmedi, benim için yeni başlıyor.
Antlaşma önümde duruyor. Bunu imzalayamam, bu intihar olur. Geleceğimi yok etmek olur, halkın geleceğini. Yapamam. Babamdan daha güçlü olmalıyım.
Ama her yerim sızlıyor. Bunu kazanmak kaç yıl sürecek? Anadolu'yu onlardan temizlemek, ve halkımı kurtarmak... birkaç yıl daha dayanmak zorundayım.
Keşke dünyaya gözlerimi hiç açmasaydım.
"Is it time to cut the cake?"
İngiltere bana belirledikleri yeni sınırlar üzerinde oynamalar yapıyor, sanırım artık bir karara varmak üzereler. Bir şeyler söyle, Türkiye, en azından kısa bir şey. Yüzüne bakıp gülmelerine izin verme. Etrafında akbabalar gibi beklemelerine ve cesedini yiyip bitirmelerine izin verme.
"Beni aranızda paylaşmanıza gerek yok."
Çok sessiz bir cümleydi, ve sesim titriyor gibi hissettim. Her ne kadar kararlı olsam da, itiraf etmem gerekir ki umutsuzum. İngiltere de bunu anlamış gibi duruyor.
"Neden böyle söyledin, Türk?"
"İmzalamayacağım... zaten."
İngiltere iç çekti ve hepsi şimdi birbirlerine bakıyor, bundan artık sıkılmış olmalılar. Her yer yıkıldı ve ben çok güçsüzüm. Savaşı boşuna uzattığımı ve çoktan kaybettiğimi düşünüyorlar. Ama bilmiyorlar ki başlamak, başarmanın yarısıdır. Esir olarak yaşamaktansa benden geriye sadece bir tutam kül kalana kadar savaşacağım. Bu hiçbir şey ifade etmese bile. Halkım için, atalarım için bunu yapmalıyım.
Her ne kadar son zamanlarımız pek iyi geçmese de, babam için bunu yapmalıyım.
"Oh, Christ. Kaybettin, Türk. Bizi daha fazla uğraştırma."
Yüzüne bakmayacağım. Ona kararlı olduğumu göstermek istiyorum, ama odadaki kişilerin yüzlerini görmek istemiyorum. Beni aralarında bölüşürken gülümseyen, Anadolu'daki halkımın geleceğini bitirmek isteyen o karanlık yüzler, büyük güçlerden faydalanıp babamı sırtından bıçaklayan o karanlık yüzler.
Babamı öldüren o karanlık yüzler. Doğru ya. Dünya Savaşı artık o kadar uzak geliyor ki. Oysa ki daha yeni bitti, ama bu barış gibi hissettirmiyor. Sanki kan ve katliam her geçen yıl üst üste biniyor, artıyor ve beni çevreliyor gibi.
Herkes bana karşı cephe aldı ama güneş parıldıyor ve buraya gelirken çıplak ayakla bastığım toprak çok sıcaktı. Sanki Dünya tüm güzelliğiyle benim için yaratılmış ama dünyanın insanları beni parçalamaya, acı çektirmeye ve benden kurtulmaya çalışıyor. Babam da aynılarını yaşadı. Beni ben olduğum için sevmiyorlar ve sevmeyecekler.
İngiltere'nin sabrı taşıyormuş gibi duruyor ve arkadaki koltukta oturan Ermenistan bana nefretle bakıyor.
"Christ! Türk, herkes kendi antlaşmasını imzaladı. Weimar, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan. Herkes! Bir tek sen kaldın, senin lanet antlaşmanı baban bile imzaladı!"
Doğru ya. Babam imzalamıştı.
"İmzalayamam. Artık olmaz."
Bana yapacaklarını gördükten sonra, olmaz. Yapamam. Müttefiklerim savaşı uzatmayacak, ama ben bunu yapamam.
İngiltere sinirle arkasını dönüp gidiyor, Amerika'ya birkaç laf edecek. Bir sorgu odasındaymış ve yanlış bir şey söylersem sonumun idam cezası olduğunu biliyormuş gibi hissediyorum.
Ama özgür olacağım, özgür olacağız. Gelecek müttefiklerim için ne getirir bilmiyorum. Ama benim için özgürlüğü getirecek. Ne olursa olsun, bana zincir vuramayacaklar. Ne kadar kan, ne kadar yorgunluk, ne kadar işkence çekeceğimi bilmiyorum ve umurumda değil.
Hilal geceyi aydınlattığı ve sonrasında güneş doğduğu sürece yaşamaya devam edeceğim.