Ağustos 1914 , Konstantiniyye'de Bir Toplantı Salonu"Telgrafımı aldınız mı?"
Alman İmparatorluğu, kafasını masadaki kağıt ve yemeklere bakmaktan kaldırıp Osmanlı'ya döndü.
"Herhalde. Yoksa burada olmazdım."
Alman İmparatorluğu uykusuzca etrafına baktı. Mesajı aldığında birkaç gün içerisinde burada olmuştu ve uykusuzluğunun sebebi de buydu, çünkü şüphesiz, Osmanlı İmparatorluğu'nun çektiği telgraf kaçırılmayacak kadar iyiydi.
"Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan'a;
Uzun zamandır tarafımca gözlemlenmekte olan düşman devletler, amaçlarını açıkça belli etmişlerdir. Taraflar arasında ortada kalmışlığımın bir bildirisi olan denge politikam an itibari ile tamamen işe yaramayı bırakmıştır. Rus Çarlığı ve Sırbistan, savaşı büyütmek ve sıcak denizlere inmek amacındadır. Bu hususta beni ve Bulgaristan'ı da savaşa dahil etmeyi düşünmektedirler. Zihinlerini kan bürümüştür.
Acilen gizli anlaşmalar talep ediyor, ve toplantı yapmak istiyorum. Bunların kalpleri kararmıştır. Devir taraf tutma devridir. Arkadaşlığımızın, bir ittifağa dönüşmesi tarafımca uygundur.
Detayları anlatmam için Konstantiniyye'ye acilen varmanız arz eder. Fazla zamanımız bulunmamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu."
Yeni bir müttefik, ve Çarlık'ı takip edecek kadar cesur bir tane. Alman İmparatorluğu buna hayır diyemezdi.
"Avusturya-Macaristan nerede kaldı?"
"Gelmeyecek. Antlaşmayı yapıp gitmem gerekiyor. Bugün için büyük planlarımız var."
Osmanlı güldü, kısa ve mutluluktan uzak bir gülüştü bu, daha çok bir çocuğun 'sana demiştim!' şeklinde dalga geçişine benzetilebilirdi.
"Beni aydınlatır mıydınız efendim, bu planlar nedir? Sonuçta artık aranıza katılmış bulunuyorum."
"Henüz değil. Telgraftaki bilgileri nereden aldığını öğrenmem gerekiyor."
Alman İmparatorluğu zaten bildiği soruların cevaplarını kaynağından duymaya bayılırdı.
Osmanlı arkasına yaslanıp çayından bir yudum aldı.
"Şöyle ki, Çarlık beni pek sevmez. Hoş, kimse beni pek sevmez. Son günlerde Sırbistan ile çok ilgiliydi ve sınır güvenliğimi tehdit ediyordu, ve bildiğin üzere kendisi Avusturya-Macaristan ile savaşta. Onları takip ettim sadece, yani bilirsiniz, kendimi korumam gerekiyor. Artık çok hastayım."
"Anlıyorum. Benden isteğiniz nedir, Osmanlı?"
"Gizli bir antlaşma. Siz sormadan söyleyeyim, gizli olmasının nedeni karışık iç işlerimdir. Size ve müttefiğinize karşı bir güvensizliğim yok. Tam tersi, kazanacağınızı düşünüyorum."
Alman İmparatorluğu diyecek başka bir şey bulamadı. Avusturya-Macaristan pek işe yarayan biri değildi ve müttefik bulmak konusunda köşeye sıkışmış hissediyordu. Osmanlı'yı veya bulduğu herhangi bir müttefiği reddetmeyecekti.
Osmanlı da bunu biliyor olmalıydı ki gülümsedi.
"Size katılmayı ve, bahsettiğiniz büyük planlarınıza ortak olmayı umuyorum, Alman. Sizin de bunu reddedeceğinizi sanmıyorum, malum, Ortadoğu petrolleri İngiliz'in ilgisini oldukça çekiyor gibi duruyor."
"Anlıyorum, katılabilirsiniz. Antlaşma gizli tutulacaktır."
"Sağolun."
Antlaşmayı imzalamaları çok uzun sürmedi. Avusturya-Macaristan'ın imzası olmasa da, kendi başına bir şey yapamayacağı için Alman İmparatorluğu'na tamamen bağlıydı, ve imzasına gerek bile duyulmamıştı.
İki kopyası olan antlaşmayı, iki imparatorluk da çantalarına kaldırdı. İkisinin de birbirine benzeyen deri kahverengi çantaları vardı. Osmanlı daha samimi biriyle olsaydı bu konuda kesinlikle bir yorum yapardı.
"Eh, artık imzaladığımıza göre, biraz daha çay ister misiniz? Tatlı da ikram edebilirim."
"Hayır, teşekkür ederdim. Gitmem gerekiyor."
"Ah, doğru ya! Büyük planlar bekleyemez!"
Osmanlı, Alman İmparatorluğu'nu kapıya kadar bıraktı. Buluşma süresi boyunca Alman İmparatorluğu'nun dikkatini çeken en büyük şey, Osmanlı'nın kibar ama sert ve ağır mimikleri, fark etmeden oldukça yüksek sesli konuşması ve gülmesi, ve evinin dekorasyonu olmuştu. Evi oldukça renkliydi, içeri girdiği anda yapılmış tatlıların kokusunun evi sardığını fark etmişti. Kendi evinin tahta ve renksiz dekorasyonunu sevse de Osmanlı'nın bu farklı, desenlerle dolu renkli evinin bambaşka bir ruhu vardı. Bunu Osmanlı'nın daha dışa dönük, geleneklere önem veren ve sıcak biri olmasına bağladı.
Alman İmparatorluğu, Osmanlı'nın eşlik etmek için bitmek bilmeyen ısrarlarına rağmen tren istasyonuna kendi başına gitmeyi başardı. Her eşyasını yanına aldığına emin olduktan sonra trene bindi ve geniş bir köşedeki cam kenarı koltuğa oturdu. Şimdi ise sıra büyük planlarındaydı. Osmanlı İmparatorluğu dalga geçmiş olsa da, bu gerçekten önemli bir an olacaktı.
Birkaç gün önce, Çarlık Rusya Avusturya-Macaristan'a karşı seferberlik ilan etmişti ve Alman İmparatorluğu'nun tüm ikazlarına rağmen pes etmemişti. Bugün Alman İmparatorluğu, Rusya'ya savaş açacaktı.
Bu hareketinin İngiltere ve Fransa'yı harekete geçireceğinin ve Çarlık'a daha da yaklaştıracağının farkındaydı, bu yüzden yarın ise, bu olaylarla hiçbir ilgisi olmayan Lüksemburg'a saldıracaktı. Böylece Fransa ile savaşa daha hazır olacak, hem Fransa'yı hem de dolaylı yoldan İngiltere'yi tehdit etmiş olacaktı. Çok yakında ise, Fransa'ya da saldıracaktı.
Alman İmparatorluğu, savaşı gerçekten de teşvik ettiğinin farkındaydı. Ama devletler arası gerilimler o kadar artmıştı ki artık kaçınılmaz olanı yapmaları gerekiyordu. İngiliz'in Sanayi Devrimi'nden beri, bindiği ilk buharlı trenden ve denediği ilk ağır makineli silahtan beri bu anı beklemişti.
Aslında bugün, yaptığı bir şey daha vardı, daha doğrusu konuştuğu biri, İtalya. Alman İmparatorluğu'nun şansına İtalya, onun işini çok kolaylaştırmıştı.
İtalya şımarık, ciddiyetten uzak, güçsüz ve aptal biriydi. Alman İmparatorluğu'nun asla etrafında bulunmak isteyeceği biri değildi.
Aslında bazı yönlerden Avusturya-Macaristan'a benziyordu, ama Avusturya-Macaristan'da bulunan yaratıcı zeka, aptal cesareti ve sadıklık bile İtalya'da bulunmuyordu. Bu yüzden onunla yapmak zorunda olduğu ittifak konuşmasını düşündüğünde başı ağrımıştı.
Ama sabah yaptıkları konuşma oldukça kısa sürmüştü, ve Alman İmparatorluğu, çok vaktini almadığı için İtalya'ya minnettardı. Dayanması gereken tek şey uzatılarak söylenmiş birkaç "Germaniaa," ile "Tarafsızlığımı ilan ediyorum." dediği kısımdı. Evet, günün sonunda Osmanlı İmparatorluğu dışında bir müttefik bulamamıştı.
Ama şu anda bunu düşünecek vakti yoktu. Buharlı tren acı acı öttüğünde geldiğini anlayıp hızlıca trenden indi. Evine gitmek için burada bıraktığı siyah arabasına bindi, yolda ülkesinin güzel yollarını izleyerek sürmeye devam etti. Kendinden kuşku duymuyordu. Elinden geleni yapacaktı, kazanacaktı ve kendinden sonrakilere güzel bir hayat bırakacaktı.
Evine geldiğinde derin bir nefes aldı, arabadan indiği anda doğanın güzel kokusu yüzünden biraz canlanmıştı. Ama içinde biriken öfke bu canlılığın önüne geçmişti. Telgraf çekmek için hazırlandı, ve daha önce birçok kez yaptığı ritüeli tekrar yaptı, bir savaş ilanı yazmak.
Kötü biri olduğuna asla inanmıyordu, ama bu savaş gerçekten gerekliydi. Bunu kendini savunmak için yapıyordu. Bunu Avusturya-Macaristan'ı savunmak için yapıyordu.
Telgrafı bitirip yolladığında bunun doğru bir karar olduğuna emindi. Artık iki müttefiği vardı, biri gizli olsa da. Kendini, müttefiğini ve vatanını Prusya'nın öğrettiği gibi koruyacaktı. Mecburiyetten bir araya gelmiş, ittifak kurmuş devletler, çocuklarına iyi bir yaşam bırakacaklardı.
Bu savaşın sonunda dengeler değiştiğinde, yeni bir savaşa asla ihtiyaç duyulmayacaktı.