"Yeosang ağlama."
"Acıyor..."
Gerçekten acıyordu. Kaydırağın en üst kısmından itilmiştim aşağıya. Kendi boyumun üç katı kadar bir uzunluktan dizimin üstüne düşmüştüm. San yoktu o an yanımda, bundan faydalanan pislikler de beni aşağıya itmişlerdi. Daha 5 yaşında falandık... Bu zorbalık saçmaları o zaman bile vardı yani.
"Bekle hemen yaranı temizleyelim."
Yanımızdaki su şişesinden eline biraz su dökmüş ve dizimdeki kanları temizlemeye çalışmıştın. Benim acıdan daha fazla ağladığımı gördüğünde ise yüzümün her yerini öpmüş ve göz yaşlarımı silmiştin.
"Ağlama lütfen... geçecek bana güven Sangie."
"Söz mü?"
"Söz."
Minik serçe parmaklarımızı birleştirmiştik.
Dediğin gibi de olmuştu. Üç güne kalmamış iyileşmişti. Tabi her gün gelip benimle ilgilendiğin içindi belki de. Her akşam yemeğinden sonra gelir civcivli, kedili ve minik köpeklerin olduğu yarabantlarından yapıştırır ve sonra öperdin. Her yaralandığımda 'merak etme öpücüğümün iyileştrici bir gücü var' derdin.
Lisedeyken bile."Yeosang, tanrım yüzüne ne oldu?"
"Merdiven."
"Merdivenden mi düştün?"
"Hmhm."
Yalan söylemiştim. Baban hastalıktan yataklara düşmüşken, annen mahvolurken sana zorbalık görüyorum bana yardım et diyememiştim. Bir de benimle uğraşmak zorunda ol istememiştim ama sen beni o kadar iyi tanıyordun ki yalan söylediğimi anlamıştın fakat bana çaktırmamış ve bir sonraki gün bana bunu yapanlara aynısını yapmıştın. Tabi anladığını anladığımda bir kaç gün utançtan yüzüne bakamamıştım.
Evime kadar gelmiştin. Neden bana söylemedin diye. Sana ağlayarak neden anlatmak istemediğimi söylediğimde kalbimden öpmüştün. O an gerçekten çok heyecanlanmıştım. Çok güzel seviyordun beni ama ben gibi değildi işte. Yani ben öyle sanıyordum.