4. Bölüm: Söz

9 3 31
                                    

Medyada İrina var.
Aklımda belli bir model yok, fotoğraf üzerinden gidiyorum ve kafamdakine tam uyuyor. Siz istediğiniz gibi hayal edebilirsiniz.

Siyana'dan

Saksıdaki nergisleri sularken aklıma düşen silüet ile derin nefes aldım, Kutay Harzen.

Nergislere bakarken aynı zamanda hafifçe gülümsüyordum, nergisler bana başka kimi çağrıştırabilirdi ki? Atölyede geçirdiğimiz zaman uzun süreli değildi. Ben şömine karşısında ısınırken o da mutfaktan içimin ısınması için sıcak bir şeyler getirmiş, sonra da tek başına çay bahçesine geçmişti.

Onu perde kenarından izlemiştim. Eline aldığı kitabı okuyor, ardından da dumanı tüten kahvesini yudumluyordu. Yağmurlu hava teninin taş gibi bembeyaz kesilmesine neden olmuş, bazı yerleri soğuktan kızarmıştı.

Üstüne ceket veya herhangi bir kalın kazak almamıştı. Krem, keten gömleği ile o soğukta çay bahçesinde kitabını okumuştu. Bir süre sonra dayanamaz, gelir diye düşünsem de kafasını kaldırıp göz ucuyla bile atölyeye bakmamıştı. Bu beni ne kadar şaşırtsa da içten içe hoşuma gitmediğini söyleyemezdim.

Bir arayış içinde değildi, dış dünya umurunda gibi görünmüyordu. Sanki tek derdi kahvesi soğumadan ulaşmak istediği sayfa sayısıydı. Soğuk hava tenini kızartsa da üstüne bir şey giymemiş, sanki bu elindeki romanın depresif atmosferini yaşamak için fırsatmış izlenimi vermişti.

Elindeki kitap yabancı bir yazara aitti, okumuştum. Eğer karşımda tanıdığım ve samimi olduğum biri olsaydı yapacağım ilk iş elindeki kitabın sonunu söylemek olurdu çünkü o kitabın sonu o kadar kötüydü ki dakikalarca ağlamıştım. En büyük eğlencesinden biri insanlara okuduğu kitapların sonunu söylemekten zevk alan biri olarak dilimi tutarken bir hayli zorlanmıştım.

En azından o kitabın sonunu okuduğunda vereceği tepkiyi görmek isterdim.

Bana yardım etmişti, bahçenin yarısına çiçekleri o diğer yarısına da ben ekmiştim. Ekimleri yaparken gelecek olan öğrencilere vereceği eğitimden bahsetmişti.

Onun öğretme arzusu içimde bir yerlere dokunuyor, aynı zamanda beni şaşırtmaya devam ediyordu. Bahsettiği eğitim sanat eğitimiydi, gerçek bir okul değildi.

Heykeller yapıyor, çiçek bakıyordu. Bazen gözlerini kapatır, içinde olmasını istediği hislerin kıyısından bakar, kendisine uğramasını istermiş. Bu cümleleri de atölyesinin kütüphane kısmında el yazıyla yazılmış bir kağıttan okumuştum.

O hisleri bulmak için tuvale aktarmaya çalışır, başaramadığını hissettiğinde de tuvali kenara kaldırırmış. Bir gün o hissi tatmaya başladığını fark ettiği zaman yapacağı ilk iş yarım bıraktığı tuvallerden birini bitirmeye çalışmak olacakmış.

Bana bir iş teklifi sunmuştu. Çiçek eğitim günlerinde yanında olmamı ve ona yardım etmemi istediğini söylemişti. Sanırım önümüzdeki tek sorun benim çiçekler hakkında bilgi sahibi olmayışımdı. Çiçekçi dükkanına genelde ablam Sonya ile babam bakardı, bana gerek kalmamıştı hiçbir zaman.

Aslında çiçekleri severdim ama uzaktan, emek getiren bir şeyin sorumluluğunu alamıyordum. Çiçekler bakım isterdi, uğraşılmak isterdi. Sırf kenarda köşede güzelce dursun diye çiçek bakmak istememiştim, hem bazı şeylerin manevi değeri de olmalıydı. Çiçek bakmak benim için bir işti, hobi değil.

En azından bu zamana kadar öyleydi, şimdilerde ise bu değişecek gibi görünüyordu.

Kapı açılırken duyduğum kapı çanı ile arkamı döndüm, müşteri habercisi bu çan sesini seviyordum. Gelen kişiyi gördüğümde yüzümdeki gülümseme mümkünmüş gibi daha da artmıştı.

ORENDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin