minho
sence cidden rahatsız mı bendenseungmin
gülüyo ama sn bilirsinminho
ciddi bir iş içinde yapıyor
pek konuşmadıkseungmin
peki sen nasıl hissediyorsunminho
üzgünseungmin
hmm
peki şey
finn benden bahsetmedi miminho
BİLİYORDUM
OROSPU ÇOCUĞUseungmin
YANLIŞ ANLAMA HAYIR
yani bu önemli
bir şeyleri düzeltmem içinminho
bahsetmediseungmin
hm
güzel
şimdi hâlâ onunlaysan git ve sor
o gün öpüşürken neler yaşandı neleri hatırlıyor
falan da filanminho
bunu yapınca nolacak
ama ya heyecanlanırsam
ingilizcem yetmezseungmin
o seni anlayacak
şimdiye kadar anlaştınızminho
ama seninle tanıştım şimdi
ve bu iyi olmadı birazseungmin
yani
anlıyorum hissettiklerini
bu yüzden sen sadece söyle
sana güveniyorum tamam?minho
tamam
bekle amaseungmin
bekliyorum canım
git hadiminho çevrimdışı
seungmin
biraz kafadan gidik ama|
halledilir|(2 saat sonra)
seungmin
minho
akşam oldu da
hani finn ve sen diyorum...
2 saat önce...minho
çok salağımseungmin
noldu ysminho
buluşabikir miyizseungmin
tabii
nerede kaldığını söyle
büyük ihtimal finne yakınminho
evet
konum<seungmin
güzel yürüyerek gelebilirim
sen sakinleş ki düzgün anlat
geliyorumminho
tamam--★★★
︎
bir gün taylor swift demiş ki; it's me, hi, i'm the problem, it's me... gerisini söylemem ama demiş yani. zeus beni korusun, yardım etsin, buradan zeus'a seslenmek çok garip, bar sokağından geçerken...
ama finn'in evinden de geçtim, değişikti. son ses elektro gitarıyla şarkı söylüyordu. ne yaşıyor bilmiyorum ama şarkıyı biliyorum; helena? iç çekip kafa salladım. bunlar da karışık işte, kanada böyleymiş.
kapıyı çalınca yavaşça açıldı, dağınık saçlı birini bekliyordum. ancak simsiyah giyinmiş hiç gülmeyen ve direkt itici gözüken mavi saçlıyla karşılaştım. gülümseme bulaşıcıdır derler, "selam!!" ama gülmeden bana baktı.
usulca bana yakınlayıp sıkıca bana sarıldı. gözlerim irice açılırken kaşlarımı çattım. kapı önünde rüzgâr eserken, ne yapacağımı bilemeyip bedenimi kasmayıp kollarımı sırtına koyup pat patladım. aniden olması şaşırttı ama bozuntuya vermedim.
"bu hissi kimse anlamayacak sanırım," dedi omzuma alnını daha çok bastırırken. sesi boğuk geldi ve onu hemen anladım. sertçe yutkunup gözlerimi evinin koridorunda gezdirdim. mavi saçlarındaki naif bir koku burnumu sızlatıyor ve kafamı eğip ona bakmaya çabalıyorum.
"finn için bu kadar üzgün hissetmemelisin."
"sadece finn mi?" dedi benden ayrılıp gözlerime bakarken. duygusuz gözüküyordu ama o duygusuz bakışları parıldıyor. "içeri girmeyecek misin?" kendime gelip iyice ondan ayrılıp kafa salladım dalgınlıkla.
beni ya manipüle ediyor, ya da ciddili sorunları var.
içeri girer girmez karşılaştığım elektro gitarlara güldüm, gerçekten finn ile benziyorlardı. evi büyüktü ve bu da içimde biriken soruları daha da büyütüyordu. "hey... evin çok büyük. burada tek yaşayan birine göre fazla iddialısın."
"çünkü zengin bir soydan geliyorum, ailemin mükemmel iş yerleri falan var." kafa sallayıp koltuğa oturdum. o da yanıma oturup bakışlarını bana dikince gerilmiştim.
ona bakmayıp etrafı inceler gibi yaparken de benden bir şey bekliyor gibi bakıyordu. en sonunda oflayıp ona döndüm. "ne istiyorsun? ev sahibi değil misin, nerede şaraplar?? öyle bakmaya devam edecek misin?" uzun kirpiklerini oynatıp, bir anda bana yakınladı. "finn ile bugün konuştuk dediğin gibi."
"güzel... bunu bekliyordum iki saattir."
"ancak istediğim gibi gitmedi." kaşlarımı yukarı kaldırıp yüzünü inceledim. gece mavisi saçları alnını kapatıyor ve gözleri neredeyse gözükmüyordu. odaklanmak zordu. "finn ilk kez bana kızdı."
"finn kolay kolay birilerine kızmaz. ne dedi?"
"aslında, vazgeçtim." geri koltuğa yaslanınca kaşlarımı çatıp dudaklarımı araladım. dalga geçiyor gibiydi. "ne demek istiyorsun?"
"onunla o öpüşmeden konuşmak beni geriyor. bunu unutmak adına onunla bu konu hakkında konuşmayalım dedim. o da beni yanlış anlayıp tamamen konuşmayı keseceğimizi sanıp kızdı." yanaklarını şişirip oflayınca göz devirdim. ingilizce bilmiyorsan ne diye arkadaş yapıyorsun ki?
"öpüşme işini kökten hâlletsek olmaz mıydı..." çaresizce bana bakarken dudaklarımı yaladım. "olgun düşün biraz, kaçma ve git konuş. sana ingilizce konusunda yardım edeceğim. bu saatten sonra korece değil, ingilizce konuşacağız." korkuyla mırıldanıp, iri gözlerini açarak eliyle ağzını kapattı. daha sonra boğuk sesiyle konuştu. "ama ben istemiyorum."
"istemiyorsun? peki, bu sorunu hâlledemeyeceğiz... böylece siz de finn ile konuşmazsınız ve ben de işime bakarım." yerimde kıpırdanıp sahte bir şekilde umursamamayı seçtim. manipüle edici bir davranıştı, ve kandı. "ingilizcem zaten temel olarak var, beni kandırma. yanımda biri olsun diye uğraşıyordum. eğer istemiyorsan yardım etme."
biraz düşündüm. aslında bana da yararı olurdu. kısa süre bile olsa bu beni mutlu eder ve böylece bazen kolaya kaçabilirdim. "tamam. madem bu işe bulaştım, devamını getirebilirim sanırım..." gülümseyip kafa salladığında, ben de gülümsedim. getir bakalım devamını getirebilirsen.
-
meraba arkadaslar cok mutsuzum hayat cok adi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the ghost of you
Fanfictionyabancı bir ülkede seungmin'i oraya bağlayacak tek kişi lee minho.