elleri sıcak, terliyor. saçları hafif ıslak, yeni duş aldığı ortada ve güzel kokuyordu, alışıldık. geceye yeni adım atmış gibi saçları hafiften akmış. kirpikleri sürekli oynuyor, bu da biraz kendini kastığını gösteriyor.
"neden el ele yürümek zorundaydık?" sakin çıkan sesiyle bana bakınca hızla kafamı çevirdim. onu incelediğimi bilmemeli, ondan hoşlanmıyorum. "çünkü dün öyle söyledim ve öyle yapmalıyım."
"hmm... yani elimi tutmayı seviyorsun." kaşlarımı çatıp ona bakarken sırıtarak güldüğünü gördüm. kafa sallayarak tuttuğum nefesi bıraktım. o da ellerimizi yukarı kaldırıp odağımızı oraya çekti. "bu soğuk ve yağmurlu havaya göre iyi... sıcak. seni de anlamak gerek tabii, elim güzeldir."
"elin küçük ve şişman." elini itekleyip trip atarcasına ondan ayrılırken hah'ladı. sinir olduğunu anladım ve komikti. "şişman mı? seninkiler de çok uzun, göz kanatıyor. buna ne diyeceksin?"
"en azından şişman değil." daha çok sırıtırken ona baktım. bu suratı komikti çünkü sinirliydi. "ama haklısın... el ele olunca sıcak kalıyoruz." sorunsuzca tekrar elini yakalayıp birbirine kenetleyince iç çektiğini duydum, ve bir de... "bir an önce seni yumruk manyağı yapmalıyım," bunu duydum maalesef.
mekâna girdik, kalbim deli gibi atıyor. henüz hiçbirine minho'nun geleceğinden bahsetmedim, özellikle şaşıran kişi finn olacaktı. minho heyecanla masayı ararken ben sadece dua ediyordum.
"oh, oradalar!" minho'nun elimi çekiştirmesiyle derince nefes alıp gülümsemeye çalışarak adımladım. henüz kimseyle göz göze gelmezken, minho ile masaya doğru gidiyorduk.
finn ile anında göz göze geldiğimizde dudaklarımı aralayıp tepkisine baktım. beklediğim kesinlikle bu değildi... sırıtışını görmek kaşlarımı çatmama sebep oldu.
derken, noah bağırdı. "seungmin ve minho geldi!!!" ve ayağa kalkacakken önündeki içeceği döküverdi... şimdi de millie'nin sesi kulaklarda. "noah!"
-★★★
"iyi ki minho'yu da getirmişsin. sen getirmeseydin, ben söyleyip davet edecektim."
finn neden böyle davranıyordu? minho yüzünden aramızın açıldığını düşünüyordum ancak garip davranıyordu, bu da beni bayağı düşündürtüyordu.
"ayrıca el ele girmeniz... yakışmıştı. siz yakışıyorsunuz, olur sizden." jenny'nin söyledikleriyle kafamı eğip histerik gülüşümle minho'ya baktım. düşünceliydi... "kendisiyle aynı ırktan gelsek de yer yer anlaşamadığımız oluyor." kafa sallayıp onayladı sadece.
finn seslice nefes alıp ellerini ensesinde birleştirerek hepimize bakıp odağı kendisine çekti. "yakında han jisung adında bir arkadaşım geliyor. sanallıktan çıkıyor arkadaşlığımız, bunun şerefine içelim." bakışlarım anında minho'yu bulurken, onun da finn'e baktığını gördüm. diğerleri de öylece sorular soruyordu.
"vay canına... burada pek sosyal değilsin ancak sanalda epey sosyalsin!" noah'ın heyecanına güldü ve kafa salladı. "öyle sanırım. ancak... minho ve seungmin ile tanıştırmak istiyordum jisung'u." ikimize de izin ister gibi bakınca dudaklarımı yaladım ve omuz silktim. sanki ihtiyacım olacak. "bana bakma... beni biliyorsun."
minho sosyalleşemediğinden kararsız gözüküyor, görebilmek mümkün. ağzını zaten bıçak açmıyor ancak finn ona bakmaya devam ediyor. şakaya vurarak elimi onun omzuna attım ve durumu kurtarmak istedim. "minho ve benim arama kimse giremez." göz göze gelince gülümsedim ancak o ciddi bakışlarıyla sadece irislerime baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the ghost of you
Fanfictionyabancı bir ülkede seungmin'i oraya bağlayacak tek kişi lee minho.