seungmin
finnfinn
yesseungmin
uçak biletlerine baktım
arkadaşına söyleyebilirsinseungmin yazıyor...
finn
bir saniye
gerçekten gidiyor musun?seungmin çevrimiçi
finn
minho bile yararlı olmadı sanırım|
yani
biraz daha duramaz mısın?
grupça seninle vakit geçirmek istiyoruz
eğer cidden gideceksen yani aklına koyduysan bunu
bizimle biraz daha vakit geçir lütfenseungmin
sürekli böyle oyalandığımı fark ettim
bir an önce gitmek istiyorum
kendimi daha çok dibe çekiyorum burada
bu yüzden uçak biletini aldım
o güne dek görüşürüzfinn yazıyor...
finn çevrimiçifinn
tamam
görüşelim-★★★
︎
anlamıyor ki; bir bilse içimdeki savaşlarda neler öldüğünü, telefonu bu kadar hızla yatağa savurmamı bile anlardı. gerçi neden zorluyorum ki? yakında hepsi arkamda kalacak ve ben kore'de iyileşeceğim.
keyiflenmeye çalıştım, mutfakta oyalanmak istedim. minho'nun dediği gibi, kafam dağılması gerek. acaba şu an ne yapıyor? haberi var mı? finn ona söylediyse ne tepki verdi? benimle konuşmayı tamamen keser mi? çağırsam gelir mi son günlerde?
kim seungmin...
sesi kafamda yankılanmaya başladıysa da vah hâlime...
hayır aptal kafa, kapım çalıyor.
"kim seungmin kapıya bakar mısın?!"
açmak istemiyorsam? onu görmekte çok kararsız hissediyorum, bu böyle sürüyor. ama yine de açıyorum kapıyı. onu görünce istemsizce şok geçiriyorum ve yutkunuyorum. çünkü karşımda resmen cıvıl cıvıl biri duruyordu.
"minho?" garipti... alnını açmış ve artık yüzü apaçık ortadaydı. üstelik kırmızı ve beyaz giyinmiş.
"kanada'daki en lüks yerleri keşfettim. ailemden yardım istedim ve bugün benimle olmanı istiyorum." dudaklarımı aralayıp doğrudan irislerine bakarken kendi içimde kayboldum. yani haberi yok muydu? ya da var ama umursamıyor... evet, sanırım onun için önemsiz.
yutkundum ve iç çektim sadece. "bunun için neden tarzını bıraktın?" bu sefer onun dudakları aralandı ve üzerine baktı kafasını eğip. aslında çok güzel olmuştu, ciddi ciddi mükemmel gözüküyordu. "beğenmedin mi? bugün böyle gözükmek istedim." gözleri tekrar benimle buluşunca hafifçe gülümsedim. "sana uyumlu giyinmeliyim o hâlde. hemen hazırlanıp geleceğim."
"bekliyorum!"
-★★★
kapalı bir hava ama apaçık olan biz... ne tuhaf. minho'nun böyle olmasına alıştım sayılır, sürekli bakınca alışıyor insan. tabii sürekli bakmak... en azından beğeniyorum onu.
elimi tutuyor, sürüklüyor. ses çıkarmadan ardından gidip, en lüks restorana adım atıyoruz. dediğine göre planında başka bir yer varmış ancak hava şartları buna uygun değilmiş. ki öyle olsa da onunla zaman geçirmek sanırım hoşuma gider her türlü.
"buradaki yemekler çok güzel ve özellikle titiz çalışıyorlar. bana güvenebilirsin," dedi gülümseyerek. kafa sallayıp masaya oturunca etrafa bakındım. aşırı geniş bir yerdi ve insanların uğultusu biraz fazlaydı. manzara süperdi, menüler de acayip kaliteli (parası da güzel tabii).
"yemekler benden, istediğini seçebilirsin," gülerek bana bakan maviliye kafa salladım. aklım yemekte ya da parada değildi, karşımdakindeydi.
kafamın içindeki uğultu buradan daha çok artarken, siparişler verildi ve öylece dalmıştım bir yerlere. hiçbir şey de düşünesim yoktu fakat minho bana o gözlerle bakarken maalesef derinlere iniveriyordum.
dalgınlığımı bozup gözlerinin en içine bakarken iç çektim. "bunların nedeni ne? niye her seferinde yanımda sen varsın?" ilk başta yüz ifadesi bozuldu fakat toparlayıp cevap verdi. bunları öğrenmek istiyordum, konuşmak ve rahatlamak istiyorum.
"nedensiz. eğer bunlara bir neden ararsan daha çok dibe batarsın."
"çözümlememi tavsiye eden sensin. şimdi, neden böyle davrandığını söyle."
bir süre sustu kaldı. üzerine çok mu gidiyorum, anlamamıştım ama tek bildiğim rahatlama isteği. bunu da nasıl çözerim hiç bilmiyorum. gözleri ben hariç her yerde gezinirken, yemekler de önümüze kondu. bir de öyle zaman kazandı.
birkaç dakika yemekle bakışırken yine ona bakınca göz göze geldik. "finn'in bir arkadaşı buraya gelecekmiş kore'den, yakında tanıştırır seninle de. ismi jisung muydu neydi... her neyse." lafımı ortaya atıp yemeğimi yemek için eğilirken, bir de o ortaya atıldı. "şu an yanımda olan sensin; bana yardım eden ve bana sarılan."
yavaşça yemeğimi yiyerek susma kararı aldım. ancak o devam etti. "burada ne yaşarsak yaşayalım, hepimiz aynı değil miyiz? bu yüzden her şeyi arkanda bırakmanı istemiyorum." yavaşça gözlerimi ona çıkarırken ağzımdakini zorlukla yuttum. biliyor muydu?
güldüm ve kafa salladım. "ne düşünürsen düşün ya da neye inanırsan inan. ben aklımı kullanmaya karar verdim." ve o da bana güldü. "boşuna sana beynini çalıştır demiyorum. akılsız..."
"sensin o, hayatsız emo."
"şu an öyle değilim." ağzını yemekle doldurup bana sırıtırken güldüm. "böyle benim tarzımdasın. artık el ele taylor swift konserine gideriz," dedim yemeğimi yemeden önce. hafifçe kıkırdadığını duydum ve dudaklarımı yaladım. sesi kalbimi hızlandırtmayı başardı.
"el ele? bugün olduğu gibi mi?" gülerek bana bakarken az önceyi düşündüm. evet... tam da öyleydi. sıcak ellerini tutup taylor swift konserine gitmek. "şakaydı."
"öyle olsun."
göz ucuyla ona bakınca gülümsediğini görüp kafa salladım gülerek. böyle kalmasını isterdim ama her türlü iyi gözüküyordu. etraftaki yabancılara tezat birbirimizi anlayan tek ikimizdik. bu çok garipti ve özellikle onunla bu yerde baş başa kalmak tuhaftı. ona bakıyorum ve diğerlerine bakamadan anlıyorum bir şeyleri.
-
aga bn üzülüyom ya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the ghost of you
Fanficyabancı bir ülkede seungmin'i oraya bağlayacak tek kişi lee minho.