zamanı gelmiş, yerdeki bavullar 'let's go' diyor. eh, son bir kez güzel evimde şarap içip kendi kendime kutlama yapabilirdim. uçağım akşamüstü kalkacak, hayli hayli yetişirim.
eminim kore'de buradan bizzat daha iyi olacağım, bu beni minho'dan daha çok gülümsetiyor. ve evet, yine olmazsa olmaz aklımda illa o gezinecek. minho beni güldürüyor muydu? sadece arkadaşımdı.
"kiminle sevgili ya da arkadaş olsa, hep bırakılan ve aldatılan taraf oldu." yani ben de mi bırakmış oluyorum? "ama ben ona başından söyledim, aramızda hiçbir şey olmadı."
"ne desem değişmez ama beni yarı yolda bırakma." o gün gitmiştim. "şu çocuk... aklımdan çıksa sorunsuz uçağa bineceğim."
kafa sallayıp bardağı elimden bırakınca telefonuma bildirim geldi. cevap vermeyip kafa dinlemeyi seçtim ancak az önceden beridir lee minho adlı şahıs yüzünden kafa dinleyemiyorum. bildirim gruptandı, bir sürü mesaj... sessize alıp kapattım ve yana fırlattım telefonu. şimdi tekrar kontrol edelim eşyalarımı. iki yıl az bir süre değil, kontrollü olmalıyım.
masadaki bardağı alıp mutfağa koyarken kapım çaldı. bugün 3. kez çalıyor... gitsem de kurtulsam.
bıkkınlıkla açınca önümde beliren kişiyle kaşlarımı çattım. neden sürekli kendini yaralamayı seçiyor? "neden geldin?" onu kovamazdım ama pek göresim de yoktu.
bana bakması sinirlenmeme sebep oluyordu sadece. o da birden bunu bozup ilk zamanki gibi sarılmıştı usulca. konumlar farklıydı o zaman ancak aynı hissiyatı veriyordu. alnını omzuma bastırıyor ve koyu mavi saçlarıyla bakışmamı sağlıyor.
"eğer gidersen, peşinden gelirim."
iki yana sarkan kollarımı ona sarmak için kaldırdım fakat çok derin ve karmaşık düşünüyorum. yutkunup etrafa baktım. "yüzsüz gibi ailene mi gideceksin?"
"senin yanına yüzsüz gibi geldiysem, sanırım artık her yere gidebilirim." boğuk sesiyle iç çektim ve kafamı eğip saçlarına baktım. dokunsam bir şey olur muydu?
bana sarılmasına izin verdim ama ellerim iki yanda boşlukta sarkar gibi durdu. ses etmedim bilerek, o da geri çekildi. ellerini bedenimden çekip, gözlerini benimle birleştirdi. odağım tamamen o oldu bu sefer.
"gitme." başka da bir şey söylemiyordu. kahverengi irislerinde gezinip seslice nefes aldım. "kalmam için bir sebep var mı? bu kararı vermek basit olmadı, şimdi de kolayca vazgeçemem." aslında sınırdaydım ve bilinçsizce onu kendime itiyorum.
gözlerinin dolduğunu ve ağır nefesler aldığını gördüm. "sana kalman için sebep veriyorum işte." bakışları yine benimle buluşunca kendisinden bahsettiğini anladım hemen. bana kalmam için sebep veriyor evet, sözleriyle ve yardım etme çabasıyla nutkum tutuluyor.
"eğer gerçekten önemi olsaydı gitmezdim." ama bunu söylemeseydim kendimi inciteceğimi hissettim. dudakları aralandı ve dolu gözlerini kırpıştırdı. bu da onun için kırıcı olmuştu.
"değerli vakitlerin önemi yok mu?"
"basit bir şey için kalmam mı gerek?"
kapı kolunu tutup sıkarak stresimi gideriyorum ancak. o da dudaklarını ısırıp kafasını eğiyor sadece. daha sonrasında da iç çekip bana bakıyor. "tamam."
"senin burada kalman için uğraştım fakat artık bunu yapamam." tekrar nefes alıp gülümsedi burukça. "kendine dikkat et, umarım iyi biri karşına çıkıp seni iyileştirir ve taylor swift konserine el ele gidersiniz." yüz hatlarım ne kadar ciddi dursa da içimden çığlık çığlığa bir şeyler parçalanıyor gibi.
"gideceğim, taylor swift bile bizim ne kadar iyi olduğumuzu görecek. ve beni iyileştiren şey huzuru bulmak olacak."
"öyleyse daha da durma, git. onu bulup el ele tutuşmalısınız, sana şarkılar söylemeli."
"yapacağım anında."
iki duygusuz ya da kalpsiz birbiriyle tartışıyor fakat sinirden değil, sevgiden olsa gerek. gülesim gelmiyor, güldüğünü de göremiyorum. "sen de git."
"gideceğim, durmak yüzsüzlük olur."
"aynen öyle, sürekli bana yapışıp durduğun yetti."
"yapışan ben miyim? sadece iyi olmanı istedim." gözlerini kısıp sinirle bakarken gülümseyip kafa salladım. kollarım göğsümde bağlanmış, bir elimi ona uzatıverdim. "şişman ellerin çokca bu zarif elime değdi. bunun bedeli olacak mı?"
"gidiyorsun işte, git ve bul güzel birini." elimi kapatıp iç çektim ve tekrar alayla gülümsedim. "bulacağım."
"hoşçakal." hiçbir şey demeyip, arkasına bile bakmadan çekip giderken kıpırdanmıştım. kendimi zorla durdurup havaya kalkan elimi indirip, adım attığım bacağımı içeri çektim. niye arkasından gitme gereği duyayım? ama o da çok hızlı gitti, o mu bıraktı beni?
"burada ne yaşarsak yaşayalım, hepimiz aynı değil miyiz? bu yüzden her şeyi arkanda bırakmanı istemiyorum, gitmeni istemiyorum." burada dursam n'olur? hepsi de biraz olsun çabaladı ama ben? "rahatına bak. seni saran ve iyi olman için burada olan kollarım var, lütfen çekinme."
kapı rüzgâr yüzünden sertçe kapanınca sıçradım birden. boş boş duvara mı bakıyorum on dakikadır? derince nefes alıp saate baktım, ardından da bavullarıma. içimdeki boşlukla süzülüp duruyorum etrafta.
-★★★
"bana daha çok bağlanma. yabancı bir ülkede, yabancı biriymişim gibi düşün." bunu söylerken ne hissetmişti? gidersem ağlamayacak ve beni hemen unutacak mıydı? tam da minho'luk bir şey.
ama bana benzeyen ve beni anlayan birini neden elimle ittireyim ki? yalnız olduğumu düşündüm çünkü beynim oyun oynadı. elim kalbime gitti ve istemsizce gülümsedim. "benim bir kalbim varmış ulan..."
kapıya koşup saate baktım tekrar. bir saate yakınlamış... o zamandan beri koltukta oturup minho'yu mu düşünüyorum? vah hâlime... taylor swift demiş ki; lord, save me, my drugs is my baby.
kapıyı açıp dışarı adım atacakken gördüğüm şeyle duraksadım. benim kapıyı açmamla ayağa kalkmıştı hemen yerdeki mavili.
gitmemiş.
"sen gitmemiş miydin?" gülmemeye çalışıp ona bakarken yüzünü inceledim. o ise mahçup bir şekilde bana bakıp kafa salladı. "hayatsız birinin gideceği yeri olmaz genelde, ayrıca çok yüzsüzdür."
doğrudan kahverengi gözlerine bakarken ona yakınlamak için eğildim. "sanki bende hayat varmış gibi burada beklemen çok saçma bir davranıştı." yüzünü inceleyip kendine sinirlendiğini anlayabilmiştim hemen. "ama ben buna çok muhtacım."
zaten az mesafe vardı, o da bitti. yumuşak dudaklarına uzanarak nefeslerine karışmak istedim. tepki yok... şaşkınlığı üzerinden atamayıp öylece durdu ve ben hayatımdaki en beceriksiz adımımı attım.
parlak gözleri kapandı ve onu inceledim. rüzgâr kapının önünde bizi itelemek istiyor ve ben adım adım vazgeçişliğe gidiyorum.
ona sahibim artık, dedim içimden. belini sıkıca kavrayıp içeriye çektim alelacele. öpüşerek içeriye girip kapıyı kapattım zorlukla ve boynumdaki kollarla güvende hissedebildim. tüy gibi kondurduğu öpücükler ve mırıldanışları gün boyu kulağımdan çıkmadı.
-
BN HÂLÂ VAZGECMEDIM ULAAAANN AMINA KOYAYIM ASKIN AMINAAAA OF
ne yazıyosun kızzz kendıne gelllopop
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the ghost of you
Fanfictionyabancı bir ülkede seungmin'i oraya bağlayacak tek kişi lee minho.