will
günün ilk ışıklarıyla gözlerini açtı will. kurulmuş saat gibi hep günün bu serin, sessiz ve ıssız zamanlarında uyanırdı. yatağında doğrulup güzelce bir gerindikten sonra kalkıp yatağını topladı. dişlerini fırçalayıp kendine güzel bir smoothie hazırladıktan sonra tek odalı dairesinden çıkıp kimsenin olmadığı sakin caddede biraz koştu. koşunun ardından eve geldiğinde teri soğumadan kendini duşa attı. cilt bakımını ve kıvırcık altın sarısı saçlarını belirginleştirmek üzere saç bakımını yaptıktan sonra güzel bir kahvaltı etti.
önünde epey uzun bir gün olacağını biliyordu. okulunun ikinci senesinin ilk günüydü, kulüp tanıtımı için görevlendirilmişti ve çok fazla insanla muhattap olması gerekiyordu. çıkmadan önce kulüp grubunu bir yokladı, magnus'ın tabii ki uyanmadığını fark ettiğinde onu aradı. yeni bir gün, yeni bir sene ve kulübe yeni üyeler will'i her zaman heyecanlandırıyordu.
nico
alarmının sesine tahammül edemeyen nico, sesin başlamasıyla yatağından fırladı. telefonunu aramaya koyulduğunda ayağının dibindeki içki şişeleri ve abur cubur paketlerine takılmak onu sinirlendirmişti. telefonunu sonunda bulup susturduğunda kendini duşa atıp ayılmaya çalıştı. duştan çıkıp mutfağa gittiğinde bianca, hazel ve frank'i sakince kahvaltı ederken bulmuştu.
"ilaç." acıyla kıvrandığında ablaları bu hâline güldü ve ona bir ağrı kesici uzattılar.
"sana da günaydın nico."
"bana gün aymadı, size nasıl aymış olabilir?" önceki akşam nico'nun üniversiteye girişini kutlamak için kendi çaplarında ufak bir parti yapmışlardı ve bu normalde pek de içmeyen nico'yu epey bir çarpmıştı. kahvaltı için diğerlerinin zorlamasıyla bir şeyler yedikten sonra bianca ile birlikte evden çıktı. ablasıyla arabaya bindiğinde telefonunu kontrol etme ancak aklına gelebilmişti.
alex: okulun ilk gününde başarılar! suratını asıp bir köşede yabani yabani oturma ve insanlarla konuş. ayrıca lütfen lütfen LÜTFEN!! müzik kulübünün standına bir uğra, en azından şans ver. senin için diyorum...
nico güldü, bianca'nın sorgulayan bakışlarını görünce açıklama ihtiyacı hissetti. "alex. o dönene kadar kulübe girmiş olmamı istiyor, bir de benim için olduğunu söylemiş. sanki bilmiyorum." ablası "neyi?" diye sorunca devam etti. "okulun tanıtım gününe geldiğinde müzik kulübünün kulüp odasının önünden geçerken içerde gördüğü çocuğu çok beğenmiş. ismini falan da bilmiyor ama tipini tarif etti. onunla konuşmak için bir şansı olsun istediğini biliyorum." güldü yine.
"amacı farklı olabilir ama kulübe katılmanı ben de destekliyorum." kardeşinin burun kıvırdığını göz ucuyla gördü bianca. belli belirsiz bir "bakarız." lafı duydu ağzından. en azından bir uğrayacağını tahmin ediyordu bianca, bu yüzden üstelemedi.
okula sonunda vardığında fakültesini bulmak için epey bir dolandı nico. fakülteyi bulduğunda derse biraz geç kalmış olduğunun farkındaydı ama kim okulun açılış gününde sabahın körüne ders koyardı ki? boş koridorlarda yankılanan tok ayak seslerinin eşliğinde sınıfını bulmak için dolanmaya devam etti. beş dakika boyunca da sınıfını aradıktan sonra nihayet derse girebilmişti.
dönemin ve dersin nasıl işleyeceğinin anlatılıp ufak bir girişin yapıldığı dersin ardından daha ilk günden yorulmuş hissettiğini fark etti nico, zaten genelde yeni girdiği ortamlarda sosyal bataryası biterdi. eğer zaman onun lehine işler de bu ortama uyum sağlamayı başarırsa burada bulunmaktan keyif bile alabileceğine inanıyordu. tek başına yemek yemek şu an gözünde büyüse de kendi için yapabileceği en kötü şeyin öğün atlamak olduğunu bildiği için sosyal bataryasını umursamadan yemekhaneye gitti.
yemeğini aldıktan sonra tek başına boş bir masaya geçti ki o masanın çok uzun süre boş kalmayacağından emindi çünkü okulun ilk günü olduğundan olsa gerek epey kalabalık vardı. bu düşüncesinde haklı çıktığını fark etmesi iki dakika aldı. sapsarı saçlara ve buz mavisi olmasına rağmen sıcak bakan gözlere sahip, sevimli bir çocuk karşısına gülümseyerek oturdu. daha ilk andan nico'nun kanı ona ısınmış gibiydi, üstelik bu sıklıkla olan bir şey değildi. çocukta nico'ya tanıdık gelen bir şeyler vardı.
"selam, ben magnus." yemeğine biraz tuz atarken konuştu çocuk. "magnus chase."
"chase?" nico, onun neden tanıdık geldiğini anlamış olabileceğini düşündü. "annabeth chase ile bir bağlantın olabilir mi?"
"evet! onu tanıyor musun?" magnus'ın gözleri heyecanla açılmıştı. "annabeth benim kuzenim."
"evet, arkadaşım." dedi nico. "nico di angelo."
"ah, öyle mi? 'beth ve ben pek sık görüşemiyoruz, bu yüzden arkadaşlarına pek hakim değilim. nerden tanışıyorsunuz?"
"eh, epey küçüklüğümüzden beri aynı yaz kampına gidiyoruz." dedi yemeğini bitirirken epey zorlanıyormuş gibi gözüken nico.
"tesadüfe bak." gülümsedi magnus. onun gülümsemesine karşılık verecekken nico'nun gözleri magnus'ın duvar kenarına yasladığı gitarına takıldı. aklına gelen fikir siyah saçlı çocuğu heyecanlandırmaya yetmişti ama emin olmadan arkadaşı alex'e haber vermek istemiyordu. nico daha konuşamadan onun gitarına baktığını fark eden magnus konuştu.
"müzikle ilgilenir misin?"
"evet, bas gitar çalıyorum." nico konuşmayı ilerletme konusunda hiçbir zaman iyi olmamıştı. normal insanlar burdan sonra müziğe nasıl başladığıyla ilgili bilgi falan verirlerdi, diye düşündü içinden ancak yine de konuşmaya devam etmedi. yeni tanıştığı insanlara gereğinden fazla bilgi vermek onu her zaman rahatsız etmişti. "sen de ilgilisin sanırım."
"evet, gerçi gitar benim değil. okulun müzik kulübündeyim ve kulüpteki birkaç arkadaşla grubumuz var." magnus, nico'nun aksine fazla fazla bilgi vererek konuyu uzatmayı sevenlerdendi. "ben grubun vokalistiyim. bateristimiz okuldan değil, beni onunla 'beth tanıştırdı aslında, belki tanırsın. sanırım o da sizin şu kampa gidiyormuş. ismi thalia grace." nico başıyla onayladı, denk gelmişlikleri vardı. "aslında bizim grubumuzda da basçı eksik biliyor musun? kulübe yeni girenler arasında eleme yapmayı planlıyorduk. şimdilik okulda sahne alırken geçici birilerini alıyoruz. gerçi okulda sahne alırken thalia yerinde de başkası oluyor ya, neyse."
nico bunun bir ikna konuşmasına dönmeye başladığını anladığında yemeğini kurcalamayı bırakıp arkasına yaslandı. simsiyah gözlerini üstünüze diktiğinde ruhunuzun içine bakıyormuş gibi hissettirirdi fakat bu magnus'ı pek etkilemişe benzemiyordu. "bir gruba katılma gibi bir isteğim yok ama kulüp standına uğrayabilirim sanırım." sanki tüm dünya bunu istiyormuş gibi, diye geçirdi içinden.
"süper olur, ben de gitarı sahibine bırakacaktım. istersen birlikte gidebiliriz, will sana kulübü tanıtır." nico kafasıyla onayladı. yanında biri varken standa uğramak daha iyiydi zaten. gitmeden önce alex'e mesaj atmayı ihmal etmedi nico. o italya'da gününü gün ederken burda onun hoşlandığı kişinin peşinden koşturanın nico olması hafiften sinirini bozuyordu.
nico: seninkiyle tanıştım, ismi magnus.
alex: CİDDİ MİSİN
alex: ismi bile güzel benico: neyse, çabuk gel yoksa kaparım sevdiğini.
alex: tabii, kesin kaparsın.
magnus sonunda yemeğini bitirdiğinde nico ona baktı, istemsizce korkutucu bakabildiği zaman zaman ona söylendiğinden hafifçe gülümsedi. magnus onun gülümsemesine içtenlikle karşılık verdi. durmaksızın bir şeyler anlatan magnus'ı dinleyerek standa doğru yürümeye başladı nico. tabii, orada hayatında gördüğü en güzel insanı görmeyi beklemiyordu. insanlarla konuşuşu, insanların ona bakışı ve etrafına yaydığı enerjide nico'yu ona çeken bir şey vardı. yaklaştıklarını fark edip onlara döndüğünde, gözünün içine bakıp gülümsediğinde daha önce hiç hissetmediği bir şey hissetti nico. bunun ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how are you true? | solangelo
Fanfictionwill'in nico'nun gözlerinin içine bakarak çaldığı şarkı siyah saçlı çocuğun kulübe girmeye ikna olmasına ve belki daha fazlasına yetmişti. "hey, how are you true? there's one thing that you should know."