yaptığı şeyden oldukça gurur duyuyordu will. üzerinde nico'yu etkileyip etkileyemeyeceğine dair bir endişe vardıysa dahi, sahneye çıktığında toz olup gitmişti. çok iyi olduğunu düşünmüyordu, bundan emindi. zaten gözlerinin nico'yu bulduğu o küçük anda onun suratında gördüğü ifadeyi fazlasıyla tatmin edici bulmuştu. sahneden indikleri gibi arladaşlarıyla kısa bir konuşup nico'nun yanına koşmuştu.
tatlı serinlikte bir sonbahar akşamıydı ve nico bu güzel akşamda üstüne vuran ay ışığında, olduğundan daha bile güzel görünüyordu. onu beklerken sıkılmış gibi görünmekten çok, hâlâ müziğin etkisinden çıkmaya çalışıyor gibi sahnenin olduğu tarafa bakıyordu. will'in yaklaşmakta olduğunu sonradan fark edip ona döndüğünde yüzünde bir tebessüm oluştu.
"ee?" will, nico'nun yanınfa geldiğinde sırıtarak sordu.
"beni etkilemeyi başardın, will..." onun soyadını hatırlamaya çalıştığında onun aslında hiç söylemediğini fark etti nico.
"solace."
"solace." tekrar etti kendi kendine nico. "güzel soyisim."
"annemin." gülümsedi will, aslında konunun dağılmasını istemiyordu ama sohbetin gidişatını engellemek de içinden gelmedi. yakındaki banklardan birine oturup yanını işaret etti nico'ya da. "babam, ailesini pek sevmezmiş bu yüzden anneminkini almak istemiş."
bunu dedikten sonra gözlerini gökyüzüne çevirdi will ama bundan anında pişman olup tekrar nico'ya döndü. üzerinde düz, kısa bir siyah tişört; altında ise karanlıkta zar zor seçilen çok hafif kuru kafa desenleri olan bol bir pantolon vardı. pantolonuna geçirdiği gümüş rengi zincir kemer, kırmızılı siyahlı ojeleri, gümüş renkli yüzükleri ve siyah göz makyajı 12 yaşında spotify en çok dinlenenlerimde welcome to the black parade vardı imajı vermeye yetiyordu. şeffaf telefon kılıfının arkasında ise yeşil saçlı biriyle fotoğrafı ve kıvırcık saçlı siyahi bir kız ve siyah saçlı, ona tıpatıp benzeyen başka bir kızla olan başka bir fotoğrafı, bir mcdonald's fişi ve bir gay bayrağı stickerı vardı.
"güzelmiş." diyen nico'yu hafifçe esen rüzgarın ürperttiğini fark etti will. birazdan havalanıp rüzgara kapılacakmış gibi bir hâli vardı.
"içeri girmek ister misin?" will'in sorusu üstüne yüzünü buruşturdu nico.
"iyiyim böyle." bunun üzerine bir şey demedi will. nico'nun onun yüzünde gezinen bakışlarını hissediyordu ama ne diyebilirdi ki, iki saniye önce çocuğu en ufak ayrıntısına kadar inceleyen kendisiydi. konuştukları konuya geri dönmek için heyecanla ona baktı will.
"katılacak mısın kulübe?"
"hayır." nico hafifçe ağzını büzdü. "ama eğer uyarsa sizin grubunuza katılmak isterim."
"yanlış anlama nico ama," will onu taklit ederek başladı sözlerine. "kulüp bizim grubumuza katılmak isteyen öğrencilerle dolu. seni onlardan ayırmak haksızlık olmaz mı? hem daha nasıl çaldığını dahi görmedik." aslında bu konu grup üyeleri arasında konuşulmuştu. magnus, nico'yu sevmişti ve uyumlu bir grup üyesi olabileceğini düşünüyordu. thalia ise gruba o ikisi gibi gürültücü bir velet daha istemediğini, bir tanıdık ve problemsiz bir çocuk olan nico'yu yeğleyeceğini söylemişti. will ise... neyse, will'in ne istediği çok barizdi. ancak istediği şeyi nico'ya öyle hemen vermeye niyetli değildi.
nico gülerek, "çok haklısın, bu yüzden seçme yapıyorsanız katılmayı isteyecektim. kimsenin hakkına girmek istemem, hatta seçmelerin sonuna beni koyun derim. diğerlerini bir şans vermeden yollamak istemezsiniz." dedi. nico'nun kendinden emin konuştuğu çok az konu vardı, onlar da gerçekten iyi olduğu şeylerdi. boş yere böbürlenmekten hiç hazzetmezdi.
onun gülüşü ve öz güveniyle sarsılmış olan will, cevap vermeyi geciktirdiğini ancak sonradan fark edebildi. "görelim bakalım. çıtayı yükselttiğimi düşünüyorum."
"ah, emin ol çok yükselttin." nico bunu reddedecek değildi, o gün orda baygınlık geçirmediğine dua ediyordu ki nico sıklıkla baygınlık geçirirdi. zaten aslında dar olup üstünü sarması gereken tişörtün bile vücuduna tam anlamıyla oturmayışından, aslında çok açık olmayan ten rengine rağmen solgun gözükmesinden ve ufak, tatlı bir rüzgarda dahi titremesinden yeterli beslenmediği belli oluyordu. will, bu konuda bir şeyler yapma iç güdüsüyle yanıp tutuşsa da, daha sadece bir yabancısın onun için, diye geçiriyordu aklından.
"nico-" onu kulüple birlikte gideceği yemeğe davet etmeye yeltendi will, tam o sırada magnus ortada belirince lafı yarım kaldı. tesadüfe bakın ki o saniye nico'nun telefonu çalmaya başladı, gerçi sessizde olduğu için kimse duymamıştı ama mahçupça gülümseyip eliyle bir saniye der gibi bir işaret yaptıktan sonra telefonu kulağına götürmüştü. kısa bir konuşma oldu, hâlâ okulda olduğunu söylediğinde karşı taraf hemen telefonu kapatmayı teklif etmişti, nico da ısrar etmedi. reyna böyle şeylerden alınmazdı, zaten eve gidince onu arardı.
"hadi, gelmiyor musunuz?" nico'nun telefonla konuşması bittikten sonra sordu magnus. nico anlamsız bakışlarla will'e döndüğünde magnus'ın gözleri ise nico'nun telefon kılıfına takılı kalmıştı.
"yemeğe gidecektik de seni de davet etmek istedim." diye açıkladı will.
"kulüp yemeği?" nico kaşlarını kaldırdı. "biraz absürt olmaz mı?"
"neden olsun ya, kimse takmaz. hem tanışmış olursun." magnus gülümsedi. "telefon kılıfın ne güzelmiş. kim bunlar?" magnus'ın ilgisinin kılıftaki alex'e karşı olabileceği düşüncesi nico'nun aklını çelse de çaktırmadı. böyle şeyleri asla çaktırmazdı ki zaten aralarını yapma gibi bir niyeti de yoktu, kendi işlerini kendileri halletmeliler diye düşündü. tabii, yine de açıklamaya ondan başladı.
"en iyi arkadaşım, alex." daha fazla açıklama yapıp yapmaması konusunda arada kalsa da devam etti. "o da burada okuyacak, italya'dan dönerse umarım." will, magnus'tan daha ilgili gözüküyor ve devam etmesini bekleyen gözlerle ona bakıyordu. "bunlar da ablalarım, bianca ve hazel. hazel ile daha ilerleyen yaşlarımda tanıştık ama birlikte büyümüşüz gibi hissettiriyor." babaları ortak olan çocukların birbirinden uzun süre haberi olmamıştı. problemli bir durumdu ancak bunu açıklamak için doğru zaman olduğunu hissetmemişti nico. zaten diğerleri de yeni tanıştıkları için böyle bir şeyi sorgulamadılar.
"ne güzel, benim hiç kardeşim yok." dedi magnus. "hadi, gidelim artık."
"geliyorsun değil mi nico?" will'in gülümsemesine hayır demek pek mümkün değildi, hafifçe başıyla onayladı nico ve hep beraber yemek yiyecekleri yere yürüyen gruba yetiştiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how are you true? | solangelo
Fiksi Penggemarwill'in nico'nun gözlerinin içine bakarak çaldığı şarkı siyah saçlı çocuğun kulübe girmeye ikna olmasına ve belki daha fazlasına yetmişti. "hey, how are you true? there's one thing that you should know."