"sevdin mi kulüpteki insanları?" diye sordu will, yemekten sonra nico'yu evine kadar bırakmakta ısrar etmişti. sonuçta normalde planları arasında olmayan bu yemeğe gelmesinin sorumlusu oydu, eve dönerken yanında birilerinin olması hep güzel hissettirirdi. zaten nico da böyle güzel bir gecede, gördüğü belki de en güzel insanla sakin bir yürüyüş yapma fırsatını kaçırmak istememişti.
"sevip sevmediğime karar vermek için çok erken bence ama iyi tiplerdi. yalnız şu ikizler bayağı sinirimi bozdu."
"ikizler öyleler ama zamanla alışıyorsun. aslında kötü bir niyetleri yok." gülerek konuştu will. onun gülüşünü izlemek gökyüzünün yeryüzündeki yansımasını izlemeye benziyordu. gözlerinin derin maviliği güneşli bir gökyüzünü andırırken yüzüne vuran ayışığının belirginleştirdiği çilleri aynı o akşam olduğu gibi bol yıldızlı bir göğe benziyordu. nico, onun dudaklarını öpmenin bulutların üzerinde dans ediyormuş gibi hissettirip hissettirmeyeceğini merak etti, sonra da uzun süre dudaklarına baktığını fark edip bakışlarını önüne çevirdi.
"yanlış anlama, rahatsız olduğumdan değil ama evime kadar benimle yürümek seni yormayacak mı?"
"arabam olsa arabayla bırakırdım, gerçi hava yürüyüşü tercih ettirecek kadar güzel bence."
"doğru. benim var da ne oluyor sanki?" nico'nun dalgınlıkla söylediği sözler will'in meraklı bakışlarını onun üzerine çekmişti, nico bunu fark ettiğinde açıklama gereği hissetti. "arabam var ama ehliyetim yok." bunun üzerine will bir kahkaha attığında şokla karışık bir hayranlıkla ona baktı nico. "ne?"
"pardon, komik değil aslında ama bende de durum tam tersi olduğu için komiğime gitti. araban ne işe yarıyor o zaman?"
"beni her yere ablalarım bırakıyor, benimki garajda yatıyor." biraz düşününce ekledi. "eğer buradaysa çoğunlukla alex sürüyor zaten."
"anladım." elleri cebinde yürürken oluşan sessizlikte çevresine bakınan will, oldukça pahalı ve lüks gözüken müstakil evlerin olduğu bir caddeden geçtiklerini fark etti. kendi apartman dairesinin buradaki bir evin yüzde kaçını kaplayacağını hayal etmeye çalıştıysa da başaramayınca vazgeçti. yalnız onu en çok etkileyen, sokakların dinginliği ve ağaçlarla dolu olmasıydı. yürümeye elverişli kaldırımları ve bisiklet yolları ona evini hatırlattığında kalbinin özlemle sıkıştığını fark etti. şehir hayatı, uzun binalar, kalabalık caddeler will'e göre değildi ama okumak için bunlara katlanmak zorunda kalıyordu. onun iç geçirdiğini fark eden nico merakla ona baktı.
"bir sorun mu var?"
"evimi özlediğimi fark ettim. benim yaşadığım yer oldukça ruhsuz ama geldiğim yer büyüleyici güzellikteydi."
"anladım, evimden uzak kalsam muhtemelen ben de böyle hissederdim. aileni mi özlüyorsun?"
"özlüyorum, tüm yazı burda geçirmek zorunda kaldım." gözlerinden hüzün okunuyordu sarışın çocuğun. "biraz çalışıp para biriktirmek istemiştim. aileme yük olmak istemedim."
"yük olmak mı? eminim onlar böyle düşünmüyorlardır."
"evet, ben de bundan eminim ama," iç çekti will. "babam uzun süredir doğru dürüst bir işte çalışmadığı için zorlandıklarını biliyorum."
"anladım, umarım en kısa sürede onları ziyarete gidebilirsin." nico, will'in gözlerinin içine anlayışla bakarken adımlarını yavaşlatmış, sonra da durmuştu. will, onunla birlikte durmadan önce bakışlarına gülümseyerek karşılık vermiş ve nico'nun o gün belki de yüzüncü kez karnına ağrılar saplanmasına sebep olmuştu. nico, en son birileri için böyle yoğun duygular hissettiği zamanları düşündü, hiçbiri güzel sonuçlanmamıştı. o an, bunları düşünmek için fazla güzeldi bu yüzden kafasından bu düşünceleri uzaklaştırdı. "burası benim evim."
will'in yüzünden hafif bir şaşkın ifadesi geçti, dudakları aralandı fakat bunu çok uzatmadan konuştu. "baya büyük bir evin varmış."
nico güldü. "annemin bir şirketi var, daha doğrusu annemle babamın ama babamla ayrıldıktan sonra annem tüm işleri devraldı." nico'nun gözleri dalgınca evinin dış kapısında gezindi. sanki bir şeyler kafasında tartıyormuş gibi bir hâli vardı. ardından will'e dönüp hafifçe gülümsedi. "neyse, tatsız şeyler konuşmayalım şimdi. içeri gel, bir kahve içelim. olur mu?"
"olur." will'in bunu söyleyiş hızı ikisini de şaşırtmıştı. "tek yaşamıyorsun, değil mi?"
"ha, yok. ablalarım ve annemle yaşıyorum. gerçi annem genelde eve gelmiyor ama onun yerine arkadaşlarımız evi bir otel gibi kullandığı için şu an kalabalık olabilir. rahatsız olur musun?"
"hayır, hiç olmam." will'in cevabının ardından kapıya yaklaştıklarında nico'yu gören güvenlik görevlisi hemen içeri girmelerini sağladı. kocaman bahçenin içinden geçerken evin diğer yanındaki havuz dikkatini çekti will'in. evin kapısına vardıklarında ise nico, bir şifre girip kapıyı açtı. evin içi, dışından bile daha büyüleyici güzellikte döşenmişti. yine de eğer boş olsaydı ne kadar kasvetli durabileceğini düşünmeden edemedi will, insanı içine çeken bir havası vardı evin. gündüzleri güzel güneş alıyor gibi gözüken bu ev, koyu renk duvarları be mobilyalarıyla gece vakti adeta bir şatoyu andırıyordu.
"nico?" evin koridorunun loş ışığında altın rengi gözleri parıldayan kız onları yeni fark edince sorgulayan bakışlarını üzerlerine dikmişti. will, bu kızın hazel olduğunu hemen anladı. bu renk gözler, her insanda bulunabilecek türden değillerdi. hazel'ın gözleri will'e döndüğünde bakışları yumuşadı be dudaklarında neredeyse muzip sayılabilecek bir kıvrılma belirdi. "sen will olmalısın." nico'nun uyarmak üzere büyüttüğü gözleri pek işe yaramamış olmalıydı, will hafifçe gülümsedi.
"evet, sen de hazel olmalısın."
"evet! hoş geldin, geçsene içeri. ne içersiniz?" hazel'ın bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi var gibi gözüküyordu, cevaplarını beklemeden evin salonuna ilerlemeye başkadı. hazel içeri bakıp "çocuklar, nico ve will geldi." dediğinde henüz kapıya varmamış olan nico lütfen leo içeride olmasın, diye geçirdi içinden. will, bu sıcak karşılanmadan rahatsız olmuş gibi görünmüyor, aksine kocaman gülümsüyordu. içeri girdiğinde büyük bir rahatlama hissetti nico, odada yalnızca bianca ve frank vardı. nico, sonunda hazel'ın hızının önüne geçip diğer ablası ve frank ile will'i kendisi tanıştırdı.
"frank bizimkilerin en normalidir, bu yüzden şanslısın." nico gülerek konuştu, frank ise sanki söylediği güzel bir şey değilmiş gibi yüzünü asmıştı. diğerlerinin aksine dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sahip olmayan tek kişi oydu ki teknik olarak bu iyi bir şey olsa da kendini farklı hissettiği için zaman zaman gizlice buna sahip olmayı isterdi küçükken frank. bazen arkadaşlarının hızına yetişemiyormuş gibi hissediyordu.
başta bianca olmak üzere herkes, will'i çok sevmiş gibi görünüyordu. hazel, önceki günden kalan kurabiyelerini ve birer bardak kahve getirmişti ve evin salonunda sıcak bir hava oluşmuştu. sohbetin sıcaklığı will'i sarıp sarmalarken uzun süre sonra ilk defa bir yuvadaymış gibi huzurlu hissettiğini fark etmişti. sonra bianca bir anda aklına bir şey gelmiş gibi bir ses çıkararak hazel'a döndü. hazel, saniyesinde onun neyden bahsetmiş olduğunu anlamış olacak ki elleriyle ağzını kapattı.
"nico, biz sana bir şey söylemeyi unuttuk." bunun üzerine nico'nun kaşları çatılmıştı. "reyna geldi bugün ziyarete, yoldan dolayı yorulduğu için uyuyor şimdi." ve sonra will, nico'nun yüzünde daha önce hiç görmediği kadar mutlu bir ifade gördü. önce heyecanla ayağa kalktı, sonra onun uyuyor olduğunu hatırlamış olacak ki yerine geri oturdu.
"beni bu yüzden aramış olmalı!" gülüyordu şimdi. "will, seni en yakın arkadaşımla tanıştırmayı çok isterdim."
"en yakın arkadaşın alex sanıyordum?"
"evet, bu diğer en yakın arkadaşım. new york'ta yaşamıyor bu yüzden onu çok özlüyorum."
"ne güzel, ben benimkiyle aynı evde yaşıyorum."
"onunla da tanışmak isterim." nico'nun ağzından çıkan sözler odadaki diğer üç kişinin de gülümsemesine sebep olmuştu. uzun zaman sonra ilk defa çok sevdikleri bu çocuğun birinden bu kadar hoşlandığını görüyorlardı ve will, kesinlikle nico'nun kalbini kırabilecek birine benzemiyordu. ikilinin kendi aralarındaki konuşmasını bianca böldü.
"will, saat oldukça geç oldu. bu saatte tek başına dönme, burada kalabilirsin istersen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how are you true? | solangelo
Hayran Kurguwill'in nico'nun gözlerinin içine bakarak çaldığı şarkı siyah saçlı çocuğun kulübe girmeye ikna olmasına ve belki daha fazlasına yetmişti. "hey, how are you true? there's one thing that you should know."