"hayır, gemi yaparım, tamam mı? ama başkası kullandığı zaman kıskanıyorum. kaptanlık da mı okusam?" leo valdez, her zamanki gibi grubun en çok konuşanı olma yarışını kazanıyor gibiydi. nico ve bianca'nın, kısmen de hazel'ın, evinde toplanmıştı grup. zaten en sık buluşma mekanları burasıydı ki herkes elini kolunu sallaya sallaya girebiliyordu güvenlik onları tanıdığından.
"kaptanımm!" percy jackson, bu yarışta onunla aşık atabilecek tek kişi olarak cevap verdi.
"canımm!" leo, kollarını sırnaşmak üzere percy'ye uzattığı sırada üzerinde hissettiği gri gözlerin yaydığı korkutucu enerjiyle geri çekildi, annabeth chase her zaman korkulu rüyası olmuştu. geri çekilmesiyle az önceki hâlinden eser kalmayan annabeth, içtenlikle gülümsedi ve kolunu sevgilisinin omzuna attı. kimse ama kimse, percy jackson'ı böyle boyundurluğu altına alamazdı. annabeth hariç. percy, onun üzerindeki etkisinden memnun görünüyordu. annabeth, sonunda leo'yu susturabilen kişi olarak hafif bir gururla nico'ya döndü.
"magnus'la tanışmışsın, sevdin mi?"
"sevdim, iyi biri." nico, insanların gerçek niyetlerini okuyabilme kabiliyetine güvenirdi.
"seni kulübe katılmaya ikna etmiş?" alt dudağını hafifçe ağzının içine almış bir şekilde gülümserken kaşlarını kaldırarak sordu annabeth. herkes nico'yu bu tarz şeylere ikna etmenin zor olduğunu bilirdi. nico cevap vermeye yeltendi, tabii boş konuşma ustaları uzun (!) süren sessizliklerini bozma kararı almış olmasalardı.
"kim bu kutsal magnus? ve ona dönüşebilmek için ne yapmamız gerekiyor? ikna kabiliyeti pipes'ı aşmış." leo oturduğu yerde dikleşerek bu soruyu sorarken adeta haykırmıştı.
"çok matrak çocuk. ben sevmiştim, cidden konuşma becerileri en az piper'ınki kadar gelişmiş." percy, başını annabeth'in omzundan kaldırıp cevapladıktan hemen sonra yerine geri yerleşti.
"beni kulübe katılmaya magnus ikna etmedi." nico'nun konuşması üzerine oturma odasında oluşan sessizliği bozan tek şey hazel'ın yaptığı kurabiyeleri sehpaya koyarken çıkarttığı seslerdi. "başkası etti ama kulübe katılmaya değil, sadece akşam konsere gitmeye." bu lafı öyle bir dalgınlıkla söylemişti ki, nico'yu tanımasanız bile bu "başkası"nın onu etkileyen biri olduğunu fark ederdiniz. bu yüzden sessizliğin yerini kaosa bırakması iki saniye sürdü. herkes, hatta frank bile, nico'ya sorular sormaya başlamıştı.
"bir saniye, bir saniye..." tüm sesleri bastırıp bağırarak konuşan leo olmuştu, nico ilk defa ona minnettarlıkla baktı çünkü o kadar soruya aynı anda nasıl cevap vereceğini bilememişti. "ben aşk hayatımdan bahsettiğimde 'yeter, leo, başka bir şeyden bahset artık.' oluyor. nico'ya gelince herkes meraklı melahat kesildi." bunun üstüne hazel, ayaklanmış olan leo'nun eline bir kurabiye tutuşturup omzuna bastırarak onu geri oturttu ve nico'yu daha iyi duyabilmek için sehpanın ona yakın olan ucuna oturdu. "anlat hadi."
"yahu aşk hayatı olduğunu kim söyledi?" nico iç geçirdi. "kendi kendinize gelin güvey oluyorsunuz."
"yalnız gelin olmak demezsek, tetiklenenler var da." kıvırcık, kapıdan içeri girerken muhabbetin duyduğu tek kısmı olan yerine cevap verdi. bunun üzerine ona dönüp keyifle kahkaha atan percy ve annabeth, çocuğu yanlarına çekip ona sarıldılar. üçü arasında bir şaka olduğu belliydi, bu yüzden kimse sorgulamadı. konunun dağılmasından hazzetmeyen leo tekrar konuştu.
"neyse ne, nico, anlat işte. en yakın arkadaşın olarak bilmeye hakkım var." nico ona garip bir ifadeyle baktı.
"en yakın arkadaşım alex." bu lafın üzerine sanki dünyası başına yıkılmış gibi ellerini ağzına götürüp şaşkınlıkla ona baktı. nico, onun bu haline güldü çünkü bunu zaten herkes biliyordu. "hadi şımarma. senin de bana gelene kadar bir sürü yakın arkadaşın var. percy, jason, piper, hazel bile." bu "bile" kısmına alınmış gözüken hazel'ı görünce hemen açıklama ihtiyacı hissetti. "yani ablamla bile benden daha yakınsın anlamında demiştim."
"en iyi ikinci arkadaşın?" leo bir umut sordu.
"reyna." cevap üzerine omuzları çökmüş olan leo ağzını büzerek arkasına yaslandı.
"nasıl tüm kadınlarla bu kadar iyi anlaşabiliyorsun?"
"iki ablayla büyüdüm leo ve inanır mısın, baya bir gayim." bunun üzerine herkes güldü.
"yeter!" kimse bunu söyleyenin frank olmasını beklemiyordu. "tamam, biliyorum, hepimizin dikkat eksikliği var ama lütfen, lütfen... artık nico'yu dinleyebilir miyiz?" herkes sessizce onu onayladığında nico gerildiğini hissetti. odada kimseden çıt çıkmıyorken konuşmak, özellikle de will hakkında konuşmak çok zor olacaktı. yine de derin bir nefes aldı ve onlara will'in kim olduğunu ve nasıl tanıştıklarını anlattı.
—
konser için hazırlanmak zor olmuştu. nico, emo dönemlerini atlattıktan sonra ablalarının da yardımıyla görünüşüne dikkat eden biri olmayı başarmıştı. tabii önceki sabah bir istisnaydı, kendinde okula gidecek enerjiyi bile zor bulmuştu o gün. onunla bu hâldeyken karşılaşmış olmasına rağmen will'in onunla belki, biraz olsun flört etmiş olma ihtimali kalbinin çarpmasına sebep oluyordu.
yaşadığı heyecanı tarif edebileceğini sanmıyordu nico. üstelik herkesin, buna italya'daki arkadaşı alex de dahildi, onun için aynı heyecanı paylaşıyor olması çok daha gerici bir şeydi. aynadaki görüntüsüne son kez bakıp göz kalemini düzelttikten sonra biraz parfüm sıktı nico. güzel gözüktüğünü hissettiği için içi rahatlamıştı, odadan çıkmak üzere kapıya yürüyordu ki kapı tıklanıp aralandı.
"hazır gözüküyorsun, hayalet kral." kapının kenarından kafasını uzatmış olan ablası bianca hafifçe gülümseyerek konuştu. bu hayalet kral lakabı, nico ergenlik çağındayken kendine böyle hitap etme gafletine düştükten sonra ablasının diline dolanmıştı ve bu yaşına geldiği hâlde bunu söylemekten vazgeçmemişti. ablalar, diye geçirdi içinden. ona hâlâ küçük ve bebeksi olduğunu hissettirmek için elinden geleni yapıyordu bianca, yüksek ihtimalle ergen nico'nun aksini kanıtlama çabası da bu yüzdendi. şimdi ise bianca'nın ona böyle takılması pek de umrunda olmuyordu açıkçası bu yüzden onun gülümsemesine karşılık verdi.
"olmuş mu?"
"çok güzel olmuş." ablasının içtenlikle gülümsemesini gördüğünde rahatladı nico.
"hadi gidelim o zaman."
bianca onu okula bıraktı ama nico'nun tüm ısrarlarına rağmen konsere gelme gibi bir niyeti yoktu. alex olsaydı her türlü ortama girerken daha rahat edeceğini hissetti nico. insanlarla iletişim kurmayı beceriyordu, gerçi bunun başarılı bir iletişim olup olmadığı tartışılırdı. o durumda da nico, alex'in yanında normal olan olarak gözüktüğü için işine geliyordı her türlü. ama o gece yapayalnızdı. fark etmez, diye düşündü konserin yağılacağı açıklığa doğru yürürken, buraya will'i dinlemeye geldim sadece. gerçekten de öyleydi, sosyalleşmek gibi bir niyeti yoktu.
oraya vardığında insanların çoktan doluşmuş olduğunu gördü, en önlerde olmak için fazlasıyla geç kalmıştı. her halükarda sahneden bakıldığında seyircinin seçilemediğini gayet iyi biliyordu nico bu yüzden will'in onu görmesi gibi bir kaygısı yoktu. kısa süre sonra kopan alkışın ardından sahnede magnus, will ve tanımadığı birçok çocuğu gördü nico. will adeta etrafına ışık saçıyor, magnus gibi harika birinden vokalist olmasına rağmen rol çalıyordu. onları dinlerken ikisinin de, hatta birkaç kişinin daha, gerçekten çok iyi olduğunu fark etti nico.
onu en çok etkileyenim, nefesinin kesilmesine neden olan anın, will'in şarkıya odaklanmış hâliyle kısacık bir an boşluğu olduğunda elini saçına atıp düzelttikten sonra bozuntuya vermeden devam etmesi olduğunu sanmıştı nico. bundan kısa süre sonra sahnedeki ışıklar söndü, seyirci tarafındaki aydınlık göz önüne çıkmış oldu. bunu konserden önceki gün güç bela ayarlatmış olan will'in gözleri o koca kalabalığın arasında nico'nun gözlerini buldu. ışıklar tekrar yandığında nico'nun suratındaki şaşkın ve etkilenmiş ifadeden tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. herkesin ışıklandırmayla ilgili sandığı bu anın gerçek anlamını yalnızca nico biliyordu. bana bak, demişti will ona gözleriyle. ve daha sonra nico'nun hayatı boyunca canlı olarak şahit olduğu en iki gitar solosunu dinledi.
kalbinin gümbür gümbür atması, müziğin yaydığı adrenalinden değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how are you true? | solangelo
Fanfictionwill'in nico'nun gözlerinin içine bakarak çaldığı şarkı siyah saçlı çocuğun kulübe girmeye ikna olmasına ve belki daha fazlasına yetmişti. "hey, how are you true? there's one thing that you should know."