Yağmur durmaksızın bütün sinirini benden çıkarıyordu. Sanki kiyafetlerle duş almışım gibi sırılsıklam olmuşdum. Ama duramazdım. Ne yürüyordum ne de koşuyordum. Hızlı bir şekilde izimi kaybetdirme yolunda ireliledim.
Sağ tarafa döndüm. Dümdüz ireliledim. Sola döndüm. Ardından bir de sağa döndüm. Nereye gitdiğimi asla bilmiyordum. Bunu düşünecek ne zamanım var ne de zamanım olsa bile gideceğim bir yer. Düşüncelerden uzaklaşıp,beni kimsenin göremeyeceği bir şekilde bir yere sığındım. Kafamı arkama çevirdim. Hiç kimse yoktu.
Kimsenin gelmediğinden emin olup, telefonumu çıkardım. Hâlâ sırılsıklamdım. Artık rahatsız olmuşdum. Telefonumda aradığım ismi bulunca, hemen üzerine tıklayıp aramaya başladım. Hemen açtı.
"Kaçtın mı?"dedi. Boğazımı temizleyib konuştum. "Evet, hem kaçtım, hem de istediğiniz işi halletdim."dedim."Konumu gönder, olduğun yerde kal". Bunu söyleyib telefonu kapattı. Hemen konumu gönderdim. Oturup beklemeye başladım.
Sırf kardeşim için bu işin içine girmişdim. Asla ama asla pişman değildim. Karanlık bir işdi. Olsundu. Kardeşimden önemli değildi. Onun sağlığı için her şeyi yapmaya hazırdım. Çünki onun yaşaması için nu işi yapmak zorundaydım. Kardeşimin hastalıkdan kurtulması buna bağlıydı.
Hastalık.
Kanser hastası.
Çoğu kişinin canını alan, çoğu kişinin deyerlisini alan bir hastalık.
Çoğu kişinin bu hastalıktan kurtulmakla iradesini yükselten bir hastalık.
Şans meselesi olan bir hastalık.
Yaptığım iş gurur duyulucak bir şey değildi. Ama canından parçan için böyle işlere bulaşmak gurur duyulucak bir şeydi. Aslında bana böyle bir şey sunulduğu işin şükür etmem gerekiyordu. Böyle bir becerim varken, bu işi yapmak zor değildi. Başka bir şey sunula bilirdi. Daha çok çaresiz kala bilirdim. Ama olmadı.
Kardeşimin benim için önemli olmasının sebebide canımdan parça olmasından başka annemin ve babamın emanetiydi. Aslında ben evlatlıkdım. Evet evlatlık. Ama asla bunu hiss etmedim. Hiss ettirmediler bana.
Ama hayat o kadar cömert davranmadı. Ne bana ne kardeşime. İki kazandığım, benim için bu dünyada her şeyden bile daha kat üstün ola bilecek iki insanı, annemi ve babamı trafik kazasında kaybettim.
Öyle ki, onların ölümlerine bile 2 hafta inanmadım. 2 hafta sonra ise artık yoklukları o kadar acı verici oldu ki, mezarlarına gittim. Mezarlarına girince, elimi topraklarına koyunca, torpaktan onların kokusu soludukca, sanki o sıcaklığı, o huzuru almışdım. O zaman işte artık kaybettiğime inanmışdım.
Ondan sonra tabiki bazı şeyler zor oldu. Kardeşim Poyrazın durumu daha kötüye gidiyordu. Ben artık toparlanmalı olduğumu fark etdim. Kendimi toparladım. Onun yanında oldum. Onun üzülmesine, ağlamasına dayanamazdım. Ağlamak mı istedi, yanımda ağladı, omzumda sarsıla-sarsıla ağladı. Cıkım bile çıkmadı. Ben ağlamadım. Ağlayamazdım. Duygusuzluktan değil, gözlerimde yaş kalmadığından da değil. Eğer ağlasaydım, toparlanamazdım. Toparlanamazdık.
İşte 2 yıl böyle geçti. Yaşım 20. Adım Akay Vera Altuner. 2 yıl ne çok yavaş ne çok çabuk geçti. Ama daha çok büyüdüğümü, sorumluluklar sahibi olduğumu, bir çok şeyi daha iyi anlamaya başladım.