1. Bölüm

6 0 1
                                    

                                                  -----------------------------★------------------------------           

 Londra' da mastırımı tamamlayıp İstanbul' a dönmemin üzerinden tam iki ay geçmişti. Onca olayın, yaşanmışlıkların ardından tekrar bu şehirdeydim, hayatımın şehri: İstanbul..

Sevdiğim tek şehir ama aynı zamanda kaçtığım şehir.

            İlk bir ay evin eksikleriyle uğraşmaktan ve can arkadaşlarım Seçil, Beren ve Gülce ile hasret gidermekten en önemli sorunumu göz ardı etsem de şöyle bir gerçek vardı: İşsizim.

Evet, işsizdim ve aslında iki ay boyunca bir yere başvuru dahi yapmadım.

Seçil bir ara firmalarında olan Dış Ticaret bölümündeki eleman açığından bahsetmişti.

Ama ben sevmediğim bir bölümde çalışmak istemiyordum. Teklif tabi ki aklımdaydı, eğer başvuru yapacağım yerlerden sonuç alamazsam görüşmeye gidecektim, tabi geç kalmazsam.

             Tek çocuk olarak yetiştim. Kardeşim veya ablam - abim yoktu. Hep el bebek gül bebek büyüdüm. Anne ve babam her zaman üzerime titrerlerdi. Babamda benim gibi mimardı. Aslında bu mesleği seçmemin en büyük nedeni babamı örnek almam oldu, o benim hayatımdaki idolümdü: Mimar Nejad Poyraz. Kız çocuklarının ilk aşkları babaları olur derler ya aynen öyle.

Annemde terzilik yapardı. Küçük bir dükkanı vardı. İhtiyacımız olduğu için değil sadece çok sevdiği için dikiş dikerdi. Terzi Ayşe hanımı herkes tanırdı. Çok bilirim sokakta gördüğü yoksul insanlara elbiseler diktiğini.

            Evet dediğim gibi tek çocuktum. Benim olmam için çok uğraşmışlar zamanında. Annemin yumurtalıklarındaki rahatsızlıktan dolayı uzun bir süre hamile kalamamış. Aradan geçen 5 yılın sonunda ben olmuşum. Benden sonrada riskli diye yumurtalıklarını almışlar annemin.

Ama hep isterdim abim veya ablam olsun diye. Çünkü yokluklarına katlanmak için destek alacağım kimsem yok.

Evet, onları 17 yaşımda kaybettim.

İkisi de bana inanmıştı, her zaman yanımda olmuşlardı. Üniversiteyi kazanacağımdan çok eminlerdi ve ben de onların güvenini boşa çıkarmamak için gece gündüz ders çalışırdım. O zamanlar onlara verebileceğim en güzel hediye müthiş notlar, onur belgeleri ve takdirlerdi. En sonunda iyi haberi almıştık. Bende babam gibi İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesini kazanmıştım.

Benden çok babam ve annem sevinmişti ama babam daha çok gururlanmıştı. Kendisi de oradan mezundu ve eğitmenlik yapıyordu.

Onlara bu sevinci yaşattığım için çok mutlu olmuştum.

Evet, kazanmamın şerefine kutlamak için dışarı çıkmıştık o akşam.

Her şey çok güzeldi. Yemek yemiş, sohbet etmiştik. Hatta beni kırmamak için dans etmeye bile gitmiştik.

00:30 da eve dönerken arabada babam bana bazı tüyolar veriyordu okul için. Hocalardan, onların nasıl gözüne girebileceğimden, derslerden bahsediyorduk. Ne olduysa o anda oldu. Biz daha ne olduğunu anlayamadan karşımıza ters şeritten son sürat gelen arabanın çıkmasıyla tüm büyü bozuldu..

En son hatırladığım annemin Nejad diye bağırmasıydı.

3 gün sonra gözlerimi açtığımda nerede olduğumu anlayamadım ilk başta. Sanki kötü bir rüya görmüştüm ve onun ektkisindeydim.

Başucumda anneannem ve dedem vardı. Babam ve annemden sonra benim için en değerli iki insan.

Benim uyandığımı gördüklerinde hemen yanıma gelip nasıl olduğumu ağrım olup olmadığını sordular. Ben iyiydim ama asıl bilmek istediğim annem ve babamın durumuydu.

Onların durumunu sorduğumda anneannem ağlamaya başladı. Dedemde ona kızıyordu sessiz sessiz 'kız anlayacak da sus azucuk' diye. Ama beynim aklım mantığım kabul etmek istemiyordu o soruyu sormamı. Kelimeler ağzımdan gözyaşlarımla beraber döküldü: 'öldüler mi' diye?

Anneannem hıçkırıklarını tutamıyordu artık.

O an bunların hepsinin çok kötü bir kabus olduğuna inandırmak istedim kendimi. Kabul etmedim, ağladım, bağırdım, kalkıp gitmek, onları görmek istedim. Kolumdaki serum iğnesini çekip çıkardığımı hatırlıyorum. Dışarı çıkıp koridorda deli gibi ağlaya ağlaya annemle babamı soruyordum tüm gördüklerime.

Dedem beni zapt etmeye çalışıyordu. O da çok zor duruyordu ayakta. Doktor geldi, beni gördü ve dedeme öğrendi mi diye sordu.

Evet, annem ve babam ölmüşlerdi. Ve ben cenazelerinde bile bulunamamıştım. 3 gün boyunca uyanmamı beklemişlerdi.

Daha sonraki günler psikolog eşliğinde durumu kabullenmemi sağlamalarıyla geçti.

Dedem ve anneannem bizde kalıyorlardı. Beni götürmek istemişlerdi ama gitmek istemedim. Kalıp bu durumun üstesinden gelmem gerekiyordu ama nasıl...

Aradan bir ay geçmişti. Ölü gibiydim. Ama tam tersi bedenim bu boyutta, ruhum; ruhum yoktu sanki artık. Bahçeye çıkmak için odamdan çıktığımda anneannemin annemlerin odasında bir şeyler katlayıp poşetlediğini gördüm. Ne yaptığını anlamak için içeri girdim. Annemin ve babamın dolabındaki eşyaları katlıyordu ve poşetlere koyuyordu. Ne yaptığını sordum, ölen kişilerin eşyaları evde tutulmaz ya yakılır ya da fakire verilir dedi. Eşyaları başkalarına vermek için topladığını anladığımda bağırmaya başladım. Hem ağlıyor hem bağırıyordum. O eşyalar bana onlardan kalan tek yadigârlardı.

Ben onların hatırası bu evde diye gitmek istememişken, onlar bana kalan tek hatıraları yok etmek istiyorlardı.

Anneannemde benimle ağlamaya başladı. Ve durumu açıklamaya çalıştı ama ben deli gibi tüm eşyaları dolaba tıkmaya çalışıyordum.

En sonunda anneannemi dışarı çıkarıp kapıyı kilitledim. Artık hıçkırıklarımı tutamıyordum. Annemin ve babamın eşyalarından birer tane alıp yatağın üstüne yaydım. Sağıma ve soluma. Bende aralarına girip yattım. Gözyaşlarım artık yastığı sırılsıklam etmişti. Dedem ve anneannem kapıyı var güçleriyle çalıp duruyorlardı ama ses veremiyordum.

En sonunda dedem başka bir kapının anahtarını bulup kapıyı açtı ve içeri girdiler. Anneannem beni o şekilde görünce hemen yanıma gelip beni göğsüne bastırıp o da benimle ağlamaya başladı.

Dedemde yanımıza geldi. Öylece yatakta yatıyorduk. Odayı benim hıçkırıklarım inletiyordu.

O şekilde ağlaya ağlaya uykuya dalmıştım.

Sabah olduğunda anneannem beni kahvaltıya kaldırdı. Her ne kadar karşı çıksam da onun Karadenizli inadı galip geldi.

Beni memlekete götürmek istediklerini, burada yapamayacaklarını söylediler. Ama ben böyle bir şeyin olmayacağını onlara çok net bir şekilde söyledim.

Bu evi bize babam yapmıştı. Evin her köşesinde onların izi vardı, güzel anılarımızın, gülüşlerimizin, mutlu anlarımız izleri vardı.

En sonunda bir karara vardılar: Üniversite hayatım bitene kadar burada benimle kalacaklardı.

Ne olursa olsun okuyacaktım, okumalıydım. Babamın ve annemin en büyük hayali buydu ve ben onların bu isteklerini yapabildiğim en iyi şekilde tamamlayacaktım.

    ------------------------------★------------------------------


Yorumlarınızı bekliyorum.

Hatalı olan yerler varsa lütfen yorum yapın..

Son Bir ŞansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin