Han'ın Taşı

125 25 3
                                    

Ah, cumartesi günü saat dokuzdu!
Benimle biraz oynayacağını söyledi evlat!
Ama bu üzgün ve tatlıydı,
Ve bittiğini biliyordum
Bir gencin kıyafetlerini giydiğimde!
Oh... Oh... Oh...
Sen Piyano Adam bir şarkı söyle!
Bir şarkı söyle bu gece!
Bir film yıldızı olacağımdan eminim
Eğer bu yerden kurtulabilirsem!
La laa la laaa laaa!
La laa lala laaaa!
Evet, yalnızlık denen bir içkiyi paylaşıyorlar,
Ama bu bile yalnız içmekten iyidir!
Ah, sokakçalgıcısı bir şarkı söyle,
Bir şarkı söyle bu gece!

Sen Piyano Adam bir şarkı söyle!Bir şarkı söyle bu gece!Bir film yıldızı olacağımdan eminimEğer bu yerden kurtulabilirsem!La laa la laaa laaa!La laa lala laaaa!Evet, yalnızlık denen bir içkiyi paylaşıyorlar,Ama bu bile yalnız içmekten iyidir!Ah, s...

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Irak bir denizin çok uzak kıyısında, üzerine yıldızların ışığı vuran dalgalarda her gece sis yükselirmiş. Karanlığa gömülen denizin üzerine yayılan sis perdesi ince, nazik, parmaklarını karaya kadar uzatırmış. Bu gece de daha önce pek çok gece olduğu üzere sisler ilk önce tek bir yere, tek bir kayaya, hâlâ Han'ın Taşı olarak bilinen kayaya ulaşmış.

Çünkü Han Jisung oraya çok sık uğrarmış.

Kayanın kenarından bacaklarını uzatıp saatlerce otururmuş. Güneşin denizin içinde kaybolmasını ya da yıldızların simsiyah gökyüzünde ışık saçan balıklar gibi yüzmesini bu kayadan izler; kayaya gelen sisin ilk olarak ayak parmaklarına dolanmasını bu kayada hisseder ve her şeyden önemlisi kıyıya vuran dalgaları ve balık avlayan martıları, okyanus suları kadar derin nefes alıp su püskürtdn balinaları ve kimi gecelerde ne dalgaya ne balina benzer, neredeyse canlı bir başka sesi, gizemli bir fısıltının sesini işte hep bu kayadan dinlermiş.

Bu fısıltı nedense ona en mutlu olduğu gençlik yıllarını anımsatırmış. Onu doğururken deniz ve kıyı tanrıları tarafından alınan annesini hiç tanımamış olsa dahi babası her zaman yanındaymış. Dalgaların arasına dalarken beraber güler, istiridyeleri beraber keşfeder ve sular çekildiğinde ay ışığı vuran gölcüklerde parıldayan balıkların arasında beraber kovalamaca oynarlarmış.

Bir gün babası sığ sularda, dikenleri zehirli bir balığa basıp boğulduğunda tüm bu güzel anlar da babasıyla birlikte sonsuz denizde yok olup gitmiş.

Bu olaylardan sonra Han Jisung köyün kenarındaki kerpiçten bir kulübede ninesiyle beraber yaşamaya başlamış. Ne kardeşi ne de yaşıtı bir arkadaşı varmış. Birisiyle arkadaş olmayı çok istiyor ama bu isteğini kendisine saklıyormuş.

Kalbinde yalnızlıktan ve deniz kenarında dalgın dalgın oturmaktan başka bir şeye yer olmadığını hissediyormuş.

"Suyun kenarında yalnız başına oturup durma!" diye uyarmıştı onu ninesi. "Özellikle de geceleri, çünkü çocuğum, deniz hortlakları kıyıya en cok geceleri yanaşır"

Deniz hortlaklarının su ile hava arasındaki gölge diyarında yaşadığını söylemişti ona ninesi. Bir zehirli balık sürüsünden daha tehlikeli olan bu yaratıklar tıpkı sis gibi istedikleri şekle bürünebilirlermiş. İnsanları çıldırtabilirler ve genelde de çıldırtırlarmış. Karanlık çöktükten sonra deniz kıyısında çok oyalanan köylülerin deniz hortlakları tarafından kandırılıp  dalgalara sürüklendiğine dair pek çok öykü anlatmıştı. Akıntıya kapılan köylülerin ya ölüsü bulunur ya da onları bir daha gören olmazmış. Yalnızca kumlardaki ayak izleri kalır, onlar da ay ışığında silinirlermiş.

Han Jisung tüm bu öyküleri bilir ama buna rağmen dalgaların uzaktan gelen sesini daha net ve güçlü şekilde işitirmiş.

"Kederimi alıp götürecek böylesine bir fısıltı nasıl tehlikeli olabilir?" diye düşünürmüş.

Kulağını o sese tıkadığında her zamankinden daha hüzünlü, daha yalnız hissedermiş. Bu yüzden her gece nineis uyuduğunda Han Jisung gizlice kıyıya gidermiş.

Her gece orada oturur denizin üzerine karanlığın çökmesini izlermiş. Bazen gözlerini kapatıp anne ve babasının bazen ise ne düşündüğünü konuşmadan bilebileceği birinin sığ sulardan çıkıp ona geldiğini hayal ettiği olurmuş. Fakat bunların bir düş, ninesinin anlattığı öyküler kadar gerçek bir düş, olduğunu bilirmiş.

Bir gece, Han Jisung kırık deniz kabuklarına ve dalgaların sürüklediği ağaç dallarına basarak dolunayın battığı yere gitmiş. Sonunda kumsala vardığında kıyıya gök gürültüsüne benzer bir sesle devasa bir dalga vurmuş. Dalga kayalıklardan çekilirken Han Jisung işte o tuhaf tuhaf parlayan ıslak kayayı görmüş.

Midyelerle kaplı kayaya çıkmış. Ay ışığı dalgalara vuruyor, dalgaların tepesinden kalın sis hüzmeleri yükseliyormuş. İyot kokulu meltem, Han Jisung'un bukleleriyle oynayınca ürpermiş ama bunun sebebi akşam meltemi değil, tam olarak anlamlandıramadığı bir hismiş;tereddüt, umut ve kederle karışık bir his.









Sonraki bölüme geçmeden oy vermeyi unutma, dostum..

Fısıldayan Sis, Minsung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin